Tüm Türkiye’yi yasa boğan doğal afetler sonrası, “Nasıl normale döneriz?” ve “Nasıl iyileşebiliriz?” gibi sorular zihinleri kurcalarken Klinik Psikolog Dr. Kahraman Güler’den farklı bir soru geldi. Dr. Güler, “Normalleşmek zorunda mıyız?” diyerek, “Duruma uygun olan bir duygudan kurtulmamız gerekmez ve böyle bir zorunluluk da yoktur” ifadelerini kullandı.
Klinik Psikolog Dr. Kahraman Güler, yaşanan afetler sonrası çokça konuşulan “normalleşme” ile ilgili değerlendirmede bulundu. Ülkece zor süreçlerden geçildiğinin söyleyen Dr. Güler, “Hiç geçmeyecekmiş gibi hissettiğimiz bir süreçteyiz ya da geçse suçluluk hissedecekmişiz gibi. Bu duygularla başa çıkmanın zorluğu, bizi bir an önce kurtulma isteğine yönlendirse de bir gün tamamen kurtulabilmek, unutabilmek de korkutuyor” dedi.
Dr. Güler şöyle konuştu:
“Belirtiler dört bir yanımızı kaplamış durumda. Kimimiz uyku, kimimiz yeme problemleri yaşıyoruz. Kimimiz kabuslarla uyanıyor, kimimiz hiç uyuyamıyoruz. Kimimiz evlerimizi terk ettik, kimimiz başka seçeneği olmadığı için tüm güvensizliğine rağmen aynı çatı altında kaldık. Kimimiz maddi, kimimiz manevi yardımlar için seferber olduk. Her yeni kurtuluşa sevindik, her yeni kaybedişe üzüldük. Tek yürek olduk, bir olduk, bütün olduk. Yaşadığımız deprem gibi ülkemizi sarsan felaketler, yalnızca buna maruz kalanları değil, yakınları, maruz kalanları da, bu bölgelerde gerek gönüllü, gerek zorunlu çalışanların da, evlerinde ekran başında izleyenlerin de travması haline geldi.”
Yaşanan travmaların sadece yaşayanın travması olmadığını belirten Dr. Güler, “İnsanları, duydukları, gördükleri ve başkasının başına gelenler de travmatize eder. Böylesine sarsıcı bir felaketin ardından ilgili diğer meslek grupları gibi gözler ruh sağlığı alanında çalışanlar da döndü ve aklımızı kurcalayan en önemli sorun normale dönüş oldu. Bazıları yaşananları geride bırakıp artık normalleşmemiz gerektiğinden bahsetti, bazıları normalleşemeyenleri problemli gördü. Verilecek en doğru yanıtın uzman görüşü olacağına yönelik inanç, ‘Nasıl normale döneriz? Yaşananların etkisini nasıl atlatırız? Nasıl iyileşebiliriz? Kaygı ya da korku belirtilerinden nasıl kurtuluruz? Normalleşme mümkün mü?’ gibi soruları doğurdu. Uzmanlar ise bu soruların yanıtlarını sunmaya çalıştı. Ben de elimden geldiğince yanıtlamaya çalışacağım. ‘Nasıl normalleşeceğiz?’ sorusundan önce ‘Normalleşmek zorunda mıyız?’ sorusuna yanıt verelim” ifadelerini kullandı.
“Duruma uygun olan bir duygudan kurtulmamız gerekmez”
“Öfke, endişe, acı gibi duygular insanlar tarafından ‘olumsuz’ ve ‘kurtulmamız gereken’ duygular olarak nitelendirilir” diyen Doğuş Üniversitesi Psikoloji Bölümü Başkanı Dr. Kahraman Güler, “Psikolojik desteğe başvuranların ise tek ve öncelikli amacı, bireyi zorlayan bu duygudan kurtulabilmektir fakat bu zamanlarda sorguladığım bir nokta vardır: ‘Bu duygu yaşanan duruma uygun mu?’ Eğer kişi bir yakınını kaybettiyse hissettiği acı duruma uygundur. Kendisi için çok önemli bir sınava girecekse endişe duruma uygundur. Değer verdiği biri tarafından terk edildiyse yaşadığı üzüntü duruma uygundur. Haksızlık sonucu yaşadığı öfke de duruma uygundur. Böyle baktığımızda duruma uygun olan bir duygudan kurtulmamız gerekmez ve böyle bir zorunluluk da yoktur. Aslına bakarsanız kurtulmamalıyız da. Öncelikli hedefimiz duygudan kurtulmak değil; onu yaşamak ve duygunun sağlıklı boşalımını destekleyerek zamanla azalmasını ve bitmesini sağlamaktır. Bu noktada odaklanılması gereken noktalardan biri; her ne kadar duruma uygunsa da tamamıyla kontrolden çıkan, yaşamımızı denetimi altına almış duygunun kontrolüdür” şeklinde konuştu.
“Duygulara yaşayarak bitireceğiz”
Kahraman Güler açıklamalarına şu şekilde devam etti:
“Bir diğeri ise duygunun uzamış süresidir, üzerinden zaman geçmiş olsa da azalmaması veya bitmemesidir. Bahsettiklerim dışında kalanlar bireyler için risk teşkil edebilecek ve kurtulması gereken duygular değildir. Olumlu duygulara nazaran deneyimlemenin daha zor olduğunun farkındayım, ancak olumlu/olumsuz duygular bizler içindir. Dolayısıyla neredeyse tüm dünyada yankıları bulunan ve ülkemizi derinden sarsan, binlerce/on binlerce insanın yaşamına mal olan ve on binlercesinin de pek çok uzvunu kaybederek yaşamına devam etmek zorunda kalmasına sebep olan bir olay, üzmeli, korkutmalı, kaygılandırmalı, acı vermeli ve öfkelendirmelidir. Belki de daha fazlasına neden olmalıdır. İşte tam da bu sebeple yaşayacağız, üzülerek, ağlayarak, kızarak, korkarak geçireceğiz bu evreyi. Bugün bunu yapmadığımızda inkâr ettiğimiz ya da bastırdığımız bu duygu patlayarak dönecek. Çünkü bastırılan eninde sonunda geri döner. Hatta bu dönüşte eskisinden daha da güçlenmiş haldedir. Bu sebeple azaltarak bitirecek, normale yavaş yavaş döneceğiz. Çünkü unutmayın, içinde bulunduğunuz duygu, duruma uygun.”
“Travmaya maruz kalan kişileri bunun onun suçu olmadığına inandırmalıyız”
Son olarak travma mağduru kişilere nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda da tavsiyelerini dile getiren Güler, “Diğer bir önemli konu ise travmaya maruz kalan kişilere nasıl yaklaşmak gerektiği konusudur. Travmaya maruz kalan kişileri bunun onun suçu olmadığına inandırmak ilk adımımızdır. Çünkü yaşanan travma bir doğal afet bile olsa kişi kendini suçlu hissedebilmektedir. Bunun yanı sıra kişi/kişilere şefkatle yaklaşmak, duygularını ifade edebileceği bir ortam sunmak, karşılarında iyi bir dinleyici olarak konum almak, yaşadıkları korku ve kaygının normal olduğunu belirtmek, zaman içerisinde yaşamına dönebileceği konusunda umut vermek ve motive etmek, eğer ihtiyacı varsa psikolojik destek alması noktasında cesaretlendirmek gerekmektedir. Onların en çok kendilerine tanıklık edilmesine ihtiyacı var. Bu yüzden olması gerekenleri anlatmak için değil, olanı dinlemek ve anlamak için orada bulunmalısınız” diyerek sözlerini sonlandırdı.