Bursa yakın zamanda işçi eylemleriyle Türkiye ve Avrupa’nın gündemindeydi. İşçilerin eylem nedeni, üyesi oldukları sendikanın bir fabrikada başka, kendilerinde başka koşullarla sözleşme imzalamasıydı. O süreçte, Türkiye’de sendikacılık yüzeysel olarak tartışıldı.
Türkiye’de sendikacılık ne alemdeydi? Bursa’da sendika dendiğinde akla gelen iki isim vardı. Biri Mehmet Kanca, diğeri Günay Onayman’dı. bursa.com’dan Deniz Kaplanoğlu, Bursa’daki sendikal yaşamın hafızalara kazınan bu iki ismiyle sendikacılığı konuştu.
Mehmet Kanca ile başlıyoruz…
Sendikacılık nedir? Günümüz sendikacılığında TÜRKİŞ’in rolü nedir?
Sendikalar, çalışma hayatında, işçiyle işveren arasında arabuluculuk görevini ifa eder. Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu, örgütlü bulunduğu bütün iş kollarındaki sendika genel merkezlerinin temsilcisi konumundadır. Dolayısıyla Türkiye’de çalışma hayatını ilgilendiren tüm yasalarda hükümete karşı taraf olmasa da taraf görünümünde bir kuruluştur. Sendikaların iç bünyelerinde oluşan hiçbir işe müdahale etmez. Genel kapsamlı rahatsızlıklarda da müdahil olmaya devam eder. Bu tür yasalarda olacak değişiklerde çalışma hayatını dengeleyebilecek önerilerini sunar tabii… Hükümet edenler bu önerilere yaklaşım gösterirlerse öneriler doğrultusunda hareket eder. Bugünkü hükümetle anlaşma sağlanması ne TÜRK-İŞ için, ne de diğer sendikalar için mümkün… Çünkü çoğunluk elinde olan bir iktidar, ben bilirimden öteye gidemeyen bir iktidar, gelen her türlü olumlu ya da olumsuz önerileri reddetmeyi adet haline getirmiştir. Çalışma hayatındaki kaos ve sıkıntı bundan kaynaklanmaktadır.
80 öncesi sendikacılıkla günümüzü karşılaştırdığınızda ne dersiniz?
Dağlar kadar fark var arada. Bugünü özetlerken geçmişe döneyim. 80 öncesinde işyerlerinde, işyeri kapılarının önünde örgütlenme mücadelesi veren bir sendikacılık zihniyeti, sendikal örgütlenme vardı. O günlerde sayımız az, örgütlü işçi sayısı az… Örgütlenmede sıkıntılar yaşamaya başladık. Neydi bu sıkıntılarımız? Sendikalı olabilmek için önce notere gitmemiz gerekiyordu. Daha önce noter kaydı yoktu. Sendikalar üyeleri kendileri kaydedebiliyordu. Belki hata bizdeydi o zaman… Bir işçi için 4-5 beyanname dolduruyorduk. Birinden istifa etse ikincisini devreye sokuyorduk, üçüncüsünden istifa etse dördüncüsünü devreye sokuyorduk.
Bu durumu ortadan kaldırabilmek için, sendikalar arasındaki rekabeti kırabilmek için noter onayı çıktı. Noter aracılığıyla arkadaşların üyeliklerini yaptıran sendikada toplu iş sözleşmesi yapma yetkisi için müracaat ediyor ve yetkiyi elinde bulunduran sendika da o iş kolunda çalışan arkadaşların sözleşmesini bağıtlıyor. Ancak 80 öncesi verilen mücadele 80 sonrasında verilmedi. 80 yılında da birçok haklarımız gasp edildi. 12 Eylül’ü düşünürsek, sendikaların birçok hakları gitti. Peki, sendikalardan neden DİSK kapandı da TÜRKİŞ kapanmadı?
O zamanki siyasi yapı ve hükümet edenler bir tarafı illegal, bir tarafı legal gördüler. Eğer TÜRK-İŞ’i de kapatmış olsalardı, Türkiye’de demokrasi tartışılır olacaktı. TÜRK-İŞ’İ açık tuttular ve TÜRK-İŞ’ten de birisini bakan çalışma bakanı yaptılar. Bu şekilde de gidiyor ancak örgütlenmedeki sıkıntılarımız 80 öncesi rahatsızlık ne ise, bugün belki üyesel bakımdan rakamlarımız yukarda gözükse de Türkiye ortalamasında sendikalaşma hareketi çok düşük, % 9-10’larda…
Son günlerde otomotiv fabrikalarında yaşanan eylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Otomobil sanayisinde çalışan emekçi kardeşlerimizin, arkadaşlarımızın tamamıyla kendi iradeleriyle ortaya koyduğu bir birlikteliktir ve bunu kutlamak lazım. Bu olayda sendikalar tamamen devre dışı, siyasi partileri içlerine almadılar. Tamamen alın terinin karşılığını, insanlık onuruna yakışır bir ücreti elde edebilmek için gayret sarf ettiler. Kedilerini kutluyorum. Bir emek mücadelesini, bir dayanışmayı gösterdiler. Bu gerçekten Türkiye’de yapılmış en büyük ikinci ya da üçüncü eylem diyebilirim.
Batıda yaşanan sendikal hareketlerle Türkiye’dekileri karşılaştırabilir misiniz?
Çok gerideyiz. Şimdi bakın, otomotiv sanayisindeki 2 işverenin memleketi yabancı. Birisi Fransız, diğeri İtalyan… İki işveren de sendikasız çalışmayı istemiyor ama Türkiye’ye geldiğiniz zaman hemen Nestle ve Sütaş’ı görüyorsunuz. Veya toplu taşımacılıkta TÜMTİS’in etkinliklerini görüyorsunuz. Orda da tamamen işverenin, sendikal hareketin karşında bir tavır takındığını düşünün. Kamuda örgütlenmek çok kolaydı. Orda işten çıkartılma yoktu. En büyük ceza disiplin cezasıydı ve buradan alırsınız diğer ilçeye veya ile tayinini yapardınız. Ama gittiği yerde de sendika vardı. Batıda sendikalaşma örgütlülüğü çok kolay.
Ben birkaç ülkede işçi direnişlerine şahit oldum görevli bulunduğum zamanlarda… Ve işçi hareketleri yapıldığı zaman çevik kuvvet, polis gücü de yoktu. Kendilerine sorduğumda neden böyle diye… Polis iki sokak ötede, eylem yapan arkadaşlara dışardan zarar gelmesin diye görev yapar dediler. Bizde de tam tersine, eylemin dağıtılması, eylemin kırılması için girilen bir tutum var. Aradaki farklılık bu kadar basit...
Ülkemizdeki sendikacılıkla ilgili sorunları sıralar mısınız?
Şu anda sendikal sorun çok. Madde olarak sıralamaya kalkarsak; birinci madde, şu an hükümet edenlerin kontrolünde sendikal anlayış var. Bu sendikada örgütsel çalışma yapılabilmesi için kamu görevlileri dahi devreye girmiştir. Örnek vermek gerekirse ORMAN-İŞ Sendikası’nda tüm orman daire müdürleri, çalışan arkadaşların bir günde istifasını sağlayabilmiştir. Siz 10 gün gidersiniz 1 üye kaydedemezsiniz, ama bir günde sendika değiştirmek Ak Parti iktidarının bulunduğu belediyelerde mümkün olmuştur. Bursa’mızda yakın zamanda bunun örnekleri yaşanmıştır. Bir ilçemizin belediye başkanı işin içinde olmasına rağmen, kedisiyle görüşmelerimde yalanlamıştır. Fakat isim verdiğimde, yapacak bir şeyi olmadığını, yukarıdan talimat geldiğini itiraf etmiştir.
Taşeronlaşmaya yorumunuzu alabilir miyiz?
Görevde bulunduğum yıllarda 2-2.5 milyon üyeye sahip olan TÜRK-İŞ bugün 600-700 binlerde üyeye sahip. Taşeronlaşma sistemi başladıktan sonra örgütlenme hakkını değerlendirmemiz mümkün değil. Örnek olarak sağlık iş kolunu alırsanız, yemek dışarda kalır, güvenlik dışardadır. Herhangi bir iş kolunu dikkate aldığınızda yine aynı şehirde otomotiv sanayisinde yemek taşerondadır, temizlik taşerondadır, nizamiyedeki kolluk güçleri taşerondadır, içerideki bir kısım işleri de taşeronlara devrettikleri için o işyerinde örgütsel çalışmaya girdiğinizde sayısal çoğunluğu bulmanız mümkün değildir. Örgütleyemediğiniz arkadaşlar işyerinde çalışan eleman gibi gösterildiğinden normal statüde çalışanların % 100’ünü de alsanız taşeron çalışanlarından az kalıyor ve örgütlenme hakkını kaybediyorsunuz.
Gerçek sendikacılık için gereken koşullar nedir?
Öncelikle siyasi partilerin seçim öncesi, ‘asgari ücreti arttıracağız, emekliye zam yapacağız’ sözlerinin arasında sendikal örgütlenmenin de bir hak olduğunu, sendikalaşma hakkının işçinin tamamen kendi iradesine bağlı olduğunu söyleyerek, serbestçe örgütlenebileceğini işaret eder bir kanun teklifini getirebileceklerini ifade etmelerini isterim. Şu anda sendikalaşma hareketinin içine girebilecek arkadaşlarıma ilk tehdit içerden geliyor. Sendikal hareketin içinde olduğunuz takdirde hemen kapının önüne konulabilirsiniz. Kim ne derse desin, Türkiye’de işsizlik had safhada şu anda… Özellikle kalifiye eleman bulmanız çok zor. Dolayısıyla örgütlenmek isteyen arkadaşlarımız da kapının önüne konulduğundan, yerine istihdam edilecek alternatif olduğundan örgütlenme hakkından vazgeçebiliyorlar. Sendikaların şunu yapabilmesi lazım… Sanayilerin bulunduğu yerlerde bir büro kurulmalıdır. Orada bir basın elemanı, bir örgütlenme sekreteri, bir hukukçu olmalıdır. Hiç örgütlenme yapılmasa dahi örgütsüz olan işçilerin her türlü sorununda müracaat edebilecekleri bir sorumlu olmalıdır. Gerek sağlık problemi, gerek çalışma hayatıyla ilgili problemlerine yardımcı olabilecek bir çalışma yapılabilmelidir.
Dünyadaki bütün işçi kentlerinde sol görüş egemendir. Bu çerçeveden baktığımızda sanayinin ve işçi nüfusunun yoğun olduğu Bursa’yı nereye koymamız gerekir?
Bursa, Demokrat Parti zamanından beri böyle… Sol partiler öncelikle çalışma hayatının içinde direk bulunan emekçi kesiminden içeriye temsilci alabilmelidir. Dün genel başkanların elinde olan parlementer sistemdeki adayların tespiti, bugün her ne kadar bazı siyasi partiler tarafından tabana indirgenmiş olsa dahi yine yukarıdaki tek ağızda bitiyor her şey… Öncelikle bunu sağlayabilmelidirler. Siyasi partilerdeki sendikacı sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Dolayısıyla sendikaların mutlaka siyasetin içinde yer almaları sağlanabilmelidir. Bu aktif olabilir ya da pasif olabilir ama emek kesiminde görev yapmış arkadaşlardan bir veya birkaçının o partilerde görev almaları gerekebilir. Bu mahalle temsilciliğinden başlar üst kurul delegeliğine kadar veya milletvekilliğine kadar dayanabilir. Sol bir de niye örgütlenemiyor? Sol aslında her yerde öyle, bizde fakirleştirilmiş bir halk topluluğu var. Fakir halk yok fakirleştirilen bir halk var. Biz hala, belki okuyucular yanlış değerlendirilebilir ancak maalesef koyun olmaktan kurtulamadık.
Sendikal hareketin ne durumda olduğunu kapanan şube sayılarımız da gösteriyor. Çalışanların, diğer sendikalar, hükümet edenler tarafından baskı altında tutulması üye kaybına da neden oldu. Biraz evvel bahsettiğim 2 buçuk milyon üye nasıl kaybolur? Böyle kaybolur. Bursamızda TARIM-İŞ sendikamız şuan temsilcilik durumuna düştü. HABER-İŞ, örgütlü olan bir teşkilatımız, temsilcilik durumuna düştü. SAĞLIK-İŞ sendikamız temsilcilik konumunda, ŞEKER-İŞ sendikamız temsilcilik pozisyonunda kaldılar. Daha evvelki yıllarda yoğun üye sayısı, üye potansiyeline sahip olan şubelerimiz de üye kalmayınca bunlar temsilcilik konumunda kaldılar şu an. Örgütlenme bir tarafa, mevcut üyeleri tutmaya uğraşıyor sendikalar şu anda…
…ve Günay Onayman
Bursa’da uzun yıllar Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Bursa Bölge Temsilciliği yapan Günay Onayman, halen DİSK Emekli-Sen’in başkanı… Aynı soruları Onayman’a da sorduk.
Günümüz Sendikacılığında DİSK’in rolü nedir?
Türkiye’de 1980 12 Eylül’ünü bir milat olarak görüyorum. 80 öncesi sendikal hareket, toplumsal olarak, sınıf olarak çalışanlarımızın güven duyduğu, örgütlendiği, haklarının gerçek anlamda savunulduğu hareket diye düşünüyorum. 80 sonrası ise maalesef bunu savunanların, hem yasal hem fiili olarak o örgütlenme biçimlerinin elinden alındığı, cezaevlerine sokulduğu, yasaklandığı ve darbe sonucu ülke yönetimini eline geçiren yönetim anlayışının kendi paralelinde örgütlenme biçimlerini ortaya koydukları bir sendikal hareket diye düşünüyorum. Eğer ki DİSK, TÜRK-İŞ gibi diğer konfederasyonları yorumlayacak olursak çok farklı tabii… TÜRK-İŞ 1952’de kurulmuş ve ta 1963’lere 1967’lere kadar devam eden bir sendikal örgütlenme biçimini ortaya koymuş bu ülkede… Ancak 1963’de ilk defa grevli ve toplu sözleşmeli hakların alındığı veya verildiği sürece girilmiş. TÜRK-İŞ 1967’ye kadar devam etmiş ve 1967’de TÜRK-İŞ’ten ayrılan 5 sendikayla DİSK oluşturulmuş. DİSK’le TÜRK-İŞ arasında farklılıklar var. Mesela DİSK devletten bağımsız ilkeleri olan, yani sınıftan, çalışanlardan yana ilkeleri olan ve kitle sendikası ilkesini benimsemiş. Tabii ki bunu bir DİSK temsilcisi olarak beyan ediyorum. Sınıf ve kitle sendikacılığıyla beraber demokratik sendikacılık tabanın söz ve karar sahibi olma ilkesini hayata geçirmiş. Özellikle DİSK 1967’de böyle bir harekete başladıktan sonra Türkiye sendikal hareketi önemli değişimler yaşamış. Bu hızlı bir süreç… 1975’lere kadar 1971 12 Mart’ından sonra Türkiye’deki değişimler süratli bir biçimde gelişmiş ve 1975’den sonrada ilk defa ülkede yıllar sonra Cumhuriyetin ilk kuruluş ve o aşamalarından sonra ilk defa 1976’da DİSK’in öncülüğünde 1 Mayıslar kutlanmış. 1970’lere daha geriye gidecek olursak 15-16 Haziranlar yine DİSK’in kuruluşundan sonra ortaya çıkan eylem biçimleridir.
Bunun yanı sıra 12 Eylül 1980’e gelindiğinde DİSK kapatılıyor. Darbeyi yapanlar tarafından, yöneticiler yani bizler içeriye alınıyoruz, cezaevlerine konuluyor, yargılanıyoruz. 12 yıl DİSK yargılanıyor. 1992-93’lere kadar. Daha sonra aklanıyor ve yeni bir süreç başlıyor. Bakıldığında 12 Eylül’ü yaratanlar kendilerine ilişkin sendikal biçimlerini ortaya koymuş. HAK-İŞ gibi, daha sonra 90’lı yıllara doğru memur sendikalarındaki oluşum gibi… Dolayısıyla TÜRK-İŞ bizler yargılanırken, darbe yasaları geçerli iken TÜRK-İŞ’in o zamanki genel sekreteri darbeyi yapanlar tarafından çalışma bakanı olarak atanıyor.
80 öncesi sendikacılık hareketleriyle günümüzü karşılaştırdığınızda ne söylersiniz?
Şu an Türk sendikal hareketi çok büyük engeller ve baskılarla karşı karşıya… Çalışanlarımız 12 Eylül’den sonra oluşturulan fiili ve yasal baskılardan kaynaklı örgütlenmeden yoksunlar. Sendikalar olması gereken mücadele biçimlerini ortaya koyamıyorlar ve bu da 12 Eylül’ün yasal koşullarından kaynaklanıyor. Yani bugün milyonlarca işçi fabrikalarda örgütsüz ve sendikasız çalışma düzeniyle karşı karşıya. Sendikalar bugün için ve geçmişte de aynı biçimde kağıt üzerinde… İşçilerin sendikalı olma hakkı var. Uluslararası sözleşmelere göre sendikalı olma, sendikayı seçme, sendika kurma hakları var ancak hepsi kağıt üzerinde? Daha önce de bahsetmeye çalıştığım gibi 12 Eylül’ün yasal koşulları artarak sürmekte. İşçilerimiz özgürce sendikalarını seçemiyorlar. Özgürce sendikaya üye olamıyorlar. Yani sendika denildiğinde Bursamızda ve ülke genelinde binlerce işçi arkadaşımız istedikleri halde üye olamıyorlar. Sendika denildiğinde işten atıyorlar ki sendikalar bir anayasal kurum. Yasalarda insanların seçme ve isteme özgürlüğü var ama sanki illegal örgütlenme biçimleri yaşanıyormuş gibi sendika tercihlerini veya sendika sözcüklerini ağızlarına almamaya çalışıyorlar. İşçiler örgütsüz, sendikalar istenilen noktada değil maalesef üzülerek belirtiyorum ki bu örgütsüzlük tabii ki bu ülkeyi yönetenlerin istediği bir olgu. Bunu örgüt ile aşamıyoruz toplu sözleşmeler yapılamıyor, grev hakkı özgürce kullanılamıyor. Dolayısıyla işçi sınıfımız sendikal örgütlenmeden yoksun şu anda.
Son günlerde otomotiv fabrikalarında yaşanan grevleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bakıldığında sermayenin mevcut iktidar eliyle ürettiği sendikalar ve sendikal anlayışlar var. Örneğin TÜRK-METAL sendikamız TÜRK-İŞ’e bağlı bir sendika… Geçmişten bu yana ve Bursa’da çok önemli 0işyerlerinde toplu sözleşmeler yapıyor. 80 Anayasası’ndan sonra işçiler özgürce bu haklarını kullanamadıkları içindir ki TÜRK METAL Sendikası bu işyerlerine hakim, toplu sözleşmeyi yapan yetkili sendika konumunda… Ancak işçilerin talepleri ve beklentileri üzerinde değil de, işverenlerin beklentileri üzerine toplu sözleşmeler yapılmaya çalışılıyor. İşçiye sorulmadan, onların onayı alınmadan, işçilerin beklentilerine yanıt vermeyen toplu sözleşmeler yapıyorlar. Dolayısıyla bir patlama bu… Yani bizi temsil etmeyen sendikalar oluşmamalı biz onay vermiyoruz diyorlar. TÜRK METAL geçmişten bu yana maalesef bu politikasını ve işleyişini sürdürüyor.
Batıdaki sendikal hareketlerle Türkiye’dekileri karşılaştırdığınızda ne dersiniz?
Sonuç olarak bu bir demokrasi hareketi, hak ve özgürlüklerin mücadelesi… Batıdaki işçiler veya toplum bedeller ödeyerek o kalıcı haklarını elde etmişler. Ülkelerinde olan demokratik hak ve özgürlüklerini belirlenen koşullar çerçevesinde özgürce kullanabiliyorlar ama bizim burada maalesef oluşmadı, oluşamadı bir türlü. Batıdaki normların ülkemizde olmasını arzu ediyorum. Bunu eğer gerekirse bedel ödeyerek de almak istiyoruz. İşçi sınıfının böyle bir hedefi olmalı. Yani her zaman versinler diye bekleyen sınıf olmamalıyız. Biz haklarımızı alabilecek koşullarda örgütlenmek durumundayız. Metal işçileri çok önemli bir tepki ortaya koydular. Artık saman alevi gibi ayağa kalkıp oturmak şeklinde değil; insanca yaşayabilecek, insanca çalışabilecek koşulları elde etmenin mücadelesini ve onu yasal zeminde de fiili olarak da elde edebilecek koşulları birlikte davranarak yaratmalıyız.
Ülkemizdeki sendikalaşma oranını yeterli buluyor musunuz?
Hayır mümkün değil şuan % 9-10’ları bulmayan bir sendikal hareketle karşı karşıya Türkiye. Yani örgütsüz bir toplum, örgütsüz bir işçi sınıfı hareketi var. 80 12 Eylül’ünü yaratanlar bunu istemişti ve hala devam ettiriliyor mevcut siyasi iktidarlar tarafından. Dolayısıyla sendikal hareket dibe vurmuş biçimde maalesef. Zaten bakıldığında üye sayıları bunu gösteriyor. Dolayısıyla bu demek oluyor ki örgütlenmenin önünde çok büyük engeller var. Sendikal hareket ve örgütlü toplum istenmiyor bu ülkede. Bundan dolayıdır ki örgütlenmeden yana haklarımız için mücadele edebileceğimiz bir yapıya ihtiyacımız var, bir birlikteliğe ihtiyacımız var. Tüm sektörlerde çalışan işçilerimiz artık farkına varmalılar, örgütlü olmak durumundalar zira başka kurtuluşumuz yok. Eğer insanca yaşam koşullarını elde edeceğiz diyorsak, onu talep ediyorsak bunun yolu örgütlenmeden geçiyor. Siyasilerin verdiği, mücadele edilmeden verilen haklar çabucak elimizden alınır yarın öbür gün. Bu hakları biz elde etmeliyiz artık. Biz kendi yaşam koşullarımızı belirleyecek yasal düzenlemeleri elde etmenin mücadelesini vermeliyiz.
Dünyadaki bütün işçi kentlerinde genellikle sol partiler iktidara gelirken sanayinin ve işçi sınıfının yoğun olduğu Bursa’yı nereye koyacağız?
Sol ve Sağ’ın tarifi çok açıktır. Sağ sermayeyi, sol ise emeği temsil eder ve bütün dünyada bunun bilimsel tarifi budur. Dolayısıyla binlerce, milyonlarca çalışanımız, emeklilerimiz, işçilerimiz, esnafımız yani alın teriyle yaşam mücadelesi veren kesimin mutlaka adresi sol olmalı. Çünkü ancak kendilerini orada bulabilirler ve kendi haklarını orada savunabilirler. Ne yazık ki bu demokrasi mücadelesinin eksik yapılışından kaynaklanıyor ve 12 Eylül darbesinin kafalarda yer ettiğini gösteriyor.