İnsanoğlu birlikte yaşamaya mahkum bir varlık. Birleştiği zaman önünde duran engelleri aşmış tarih boyunca. Bir araya gelen kavimler bir şekilde hayatta kalmayı başarmış. Bunun başlıca nedeni dayanışma olsa da bir araya gelen insanların iletişime geçerek yeni fikirler üretebilmesi olduğu söyleniyor.Dünyanın geçmişine bakıldığında insanoğlunun nasıl etkin hale geldiği görülmektedir. Yalnız veya küçük gruplarla yaşayan insanlar bu tercihlerinin bedelini hayatlarıyla ödediği biliniyor.Birlikte hareket etme dürtüsünün beynin limbik sisteminden kaynaklandığını da iddia eden makalelere rastlanmaktadır. Anlayacağımız bir şekilde insanlar bir araya geliyor.Tarihe bakıldığında yalnız veya küçük gruplarla yaşayan insanların huzurlu ve sakin bir şekilde yaşadığı da karşımıza çıkıyor. Barış içerisinde, huzurlu yaşayan insanoğlu bir araya geldiğindeyse huzurun ortadan kalktığı ve şiddete başvurmaya başladığı görülüyor.Toplu yaşma beraberinde yerleşik hayatı getirmektedir. Yerleşik yaşam hayat konforumuzu yükseltse dahi bizi mutlu ve huzurlu yapamamaktadır. Kırsal kesimdeki suç oranlarıyla şehirlerdeki suç oranları arasındaki fark bu şekilde açıklanabilir. Şehirler bize yaşamı sunarken bizi mutlu etmekten uzaktır. Şehirler büyüdükçe insanın hayat enerjisini almaktadır.Şehirlerde yaşamaya mecburuz ancak şehirleri insanın tabiatına daha uyumlu şekilde planlamak elimizde. Kentsel Dönüşüm anlayışı aslında bu amaç için kullanılacak bir enstrüman olmalıdır. İnsanları birbirinden fazla uzaklaştırmayacak, ancak birlikteliğini sağlayacak, doğadan koparmayacak yerleşim alanları inşa edilmelidir. Günümüz şehirleri insanoğluna çok şey vaat etmiyor. Kent bilimcilerine bu noktada görev düşmektedir.