Muvazaa, irade ile beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluktur. Muvazaada, taraflar üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görüntü yaratmak için anlaşmak suretiyle, ya aslında bir sözleşme kurmak istemedikleri halde görünüşte bir sözleşme kurmakta ya da gerçek iradelerine uygun olarak kurdukları sözleşmeyi iradelerine aykırı görünüşteki bir sözleşme ile gizlerler. Bunlardan ilki mutlak muvazaa ve ikincisi de nispi muvazaa olarak adlandırılır.Örneğin; baba maliki olduğu tapu siciline kayıtlı taşınmazını herhangi bir bedel almaksızın satış yolu ile oğlu ya da kızına temlik eder. Bu hukuki işlem görünürde satış ise de, gerçekte bağış niteliğindedir. Ancak, baba sonradan ortaya çıkan haklı bir nedenle bağıştan (görünüşte satış) rücu ettiğini çocuğuna bildirerek taşınmazını iadesini ister. Çocuk üzerine aldığı taşınmazı tapuda iade etmez ise, baba tapu kaydının iptali ile adına tescili için dava açar.Somut olay, baba tarafından çocuğuna yapılan temlikin taraf muvazaasına dayalı olarak yapıldığı sebebiyle, tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.Muvazaa nedeniyle geçersiz sözleşmeye dayanılarak bir taşınmazın tapuda temliki yapılmışsa, bu tescil yolsuz bir tescil hükmündedir. Ayrıca, muvazaalı sözleşmeler yapıldığı andan itibaren taraflar arasında hüküm ve sonuç doğurmayacağından açılan dava sonunda verilen karar, yenilik doğurucu (inşai) bir hüküm değil, açıklayıcı (ihdasi) bir hüküm niteliğindedir.Öte yandan, muvazaanın varlığını iddia eden taraf veya bunların ardılı (halef) sıfatı ile hareket eden, başka bir anlatımla sözleşmenin yanlarından birine teb'an dava açan kişi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 6. Maddesi gereğince bu iddiasını ispat etmek zorundadır. Senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiası, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 200. ve 201 inci maddelerinde belirtildiği üzere ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Sözleşme aynı Kanun'un 303 üncü maddesinde sözü edilen yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi, muvazaanın yazılı delille ispat edilmesi gerekir. Böyle bir sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde bile olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı öğretide kararlılık kazanmış yarısal içtihatlarda ortaklaşa kabul edilmiştir. İşte bu görüşten hareketle, 05.02.1947 tarih ve 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında taraf muvazaası ve takma ad (namı-müstear) davalarında iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir (Yargıtay 1. HD., 25.05.2015, E.2014/7274 ve K.2015/7540).Yürekten esenlikler ve en içten saygılarımızı sunarız.