?>

Ertelemektir mutlulukların celladı

Bilmiyoruz çoğu zaman yıllardır oturduğumuz evimizin bir üst sokağında ne olduğunu.

Seda ÇAPÇI

6 yıl önce

Farkına varmıyoruz senelerce, o gözümüzün önündeki yeşil cumbalı harika evin varlığının.

Defalarca arşınladığımız yolların biraz ilerisinde bambaşka dünyalar olduğunu; önünden sayısız defa geçtiğimiz vitrindeki porselen bebeği, arka odanın penceresinden dikkatli bakınca görünen akasya ağacını fark ettiğimizde hem şaşırıp hem hayıflanıyoruz.

“Neden daha önce görmedim ki ben bunu?”

Apartmandan taşındıkları gün fark ediyoruz, eşyaları istiflenirken kamyona, tesadüfen karşılaşıp ayaküstü söyleştiğimiz komşumuzun aslında ne kadar da kafa dengi olduğunu…

Her gün yürüdüğümüz ve artık ezbere arşınladığımız yolun üzerindeki, sırf üşengeçlikten girmediğimiz pasajda buluveriyoruz, o yıllardır yana yakıla aradığımız puantiyeli elbiseyi…

Burnumuzun ucunda olup da varmadığımız, gitmediğimiz, adım atmadığımız, merak etmediğimiz yollar, pasajlar, arka bahçeler bulunca, geçen zamanın nasıl da israf olduğunu görüp telafisi imkansız pişmanlıklar yaşıyoruz.

Evdeki, babadan miras kalmış kütüphanede yıllardır durmaktan sararmış kitabı nihayet açıp okuduğumuzda, böyle bir kitabı nasıl olup da bu kadar geciktirdiğimizi soruyoruz kendimize aynalarda. Ama cevap veremiyoruz.

Halbuki artık ezbere yürüdüğümüz yollarda kafamızı aniden sağa yahut sola çevirsek göreceğiz orada sabırla bizi bekleyen çeşmeyi, ermiş mezarını, gül ağacını, ahşap evi, o küçük tuhafiyeci dükkanını ve daha nicelerini.

Bakmıyoruz ve görmüyoruz ki etraf. Ezbere bir yaşam tutturmuş gidiyoruz. Hayatın bizi kutu bebeği gibi daracık bir alana hapsetmesine ve dize getirmesine ses etmiyor, biat ediyoruz, bunu bile fark etmeden. Sorsalar özgürüz.

Özgürlük mü şimdi, yanı başında nefeslenen güzellikleri fark etmeye bile tenezzül etmeden yaşamak?

Sen o kahveyi nasıl görmedin bunca yıldır? Masaları sandalyeleri tahtadan, fincanları yarım asırlık, terası sekili, saksıları sardunyalı, fesleğenli; içinde hep adına “geçmiş” denilen ama asla geçip gitmeyen, gidemeyen esrik zamanın fısıltıyla şarkı söylediği, şimdiki zamandan kopuk, o sessiz kahveyi nasıl nasıl nasıl görmedin ki?

Sadece iki adımla, sadece bir baş çevirmeyle göz göze gelinecek gizli hazineleri nasıl oldu da görmedin?

Şimdi eksik kalmadı mı bu şehir? Issız parklarıyla, asude mezarlıklarıyla, minyatür camileriyle, minyon ahşap evleriyle, sokakları birbirine bağlayan taş merdivenleriyle, arka sokaklarıyla, saklanmış bahçeleriyle eksik kalmadı mı söyle? İnsan en ağır soruları kendine sorar, cevapları ise kendine bile veremez.

Üşenmek ve ertelemek celladıdır tüm keyiflerin. Ve bir ölüler bir de geçen zaman geri döndürülemez.

O basamaklardan in, o hiç girmediğin yola gir, o pasajda dolaş, o komşuyla tanış, o kahveye girip bir kahve söyle kendine ve hiç eskimeyen zamanın içinden tazelene tazelene akıp giden şimdiki zamanı seyret.

Ertelemektir mutlulukların celladı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI