?>

Maziden esintiler (3)

Kanuni Sultan Süleyman devri sadrazamlarından Semiz Ali Paşa, bir gün sadaret makamında müracaat sahiplerinin dilekçelerini alıyor ve gereken emirleri anında veriyormuş.

Adil GÖKÇADIR

4 yıl önce

 Fakir bir afyon tiryakisi, kimsesizliğini anlatıp, devlet bakımına girmek istediğini söyledikten sonra, Paşa’ya vereceği dilekçeyi çıkarmak üzere elini atınca, heyecandan koynunda sakladığı afyon kutusunu düşürmüş. Şimdi olduğu gibi afyon kullanmak o zaman da suç imiş. Cezası ağırmış. Semiz Ali Paşa fakir vatandaşa tatlı bir ses tonu ile uyarıda bulunmuş:-Efendi pusulanızı düşürdünüz!

Tiryaki, korku ve telaşla yere eğilmiş. Kutuya el atmış. Fakat aksilik! Adam alırken kutunun kapağı açılmış ve yuvarlak hap şeklindeki afyonlar etrafa saçılmış. Suçun gizlenecek yönü kalmamasına rağmen, tekdir ve ağır cezadan çok psikolojik etkiyle netice alınacağına inanan Sadrazam Ali Paşa tebessüm etmiş. Anlamlı ve caydırıcı bir tavır ve ses tonu ile:-Tespihiniz koptu efendi. Toplayınız! Demiş.

Hiç beklemediği bu hoşgörü karşısında utanan ve duygulanan afyon tiryakisi fakirin, kısa sürede kötü alışkanlığından kendi iradesi ile vazgeçerek, normale döndüğü görülmüş.***

Arnavutluk’ta, çocukken domuz çobanı olan Sinan Paşa, 1592 yılında ikinci kez Sadrazamlığa atanır. O sıra Avusturya imparatorluğunun elçisi Pezen İstanbul’a gelir. Pezen’de yazıcılıkta yetişmiş elçi olmuştur. Sinan Paşa çok alıngan, fevriliğini hep dışa vuran bir kişiliktir. Kişisel ilişkilerindeki olumsuzluklar nedeni ile de Avusturya ve Pezen’e kin duymaktadır. Elçiyi huzura kabul ettiğinde, birikmiş husumet ile biraz sertçe davranır. “Vergilerin ödenmesinde niçin bu kadar geç kalınıyor?” diye sorar. Elçi, “Şu an sebebini bilemiyorum. Viyana’ya hemen yazacağım” der.Sinan Paşa aradığı fırsatı bulmuştur. Daha da sertleşerek doğrudan hakarete başlar. “Ayakta uyuyorsunuz bayım. Dünyadan haberiniz yok. Devletlerarası ilişkilerden habersiz böyle sıradan bir yazıcıyı elçi yapmak kudretini Viyana Kralı’na kim vermiştir.” Elçi Pezen de oldukça zarif ve taşı gediğine koyan biridir. Gülerek yanıtlar: “Koskoca Osmanlı Padişahı nasıl bir domuz çobanını Sadrazam yapıyorsa, İmparator da bir yazıcıyı elçi yapabilir.” Sinan Paşa beklenenin aksine kızmaz ve orada bulunanlara dönerek bütün hoşgörüsü ile şöyle der: “Kafir benim verdiğim parayı, o cinsten akçe ile geri ödedi. Helal olsun.” ***Okuduğumuz hikayeler, idareciliğin büyük bir sanat olduğuna, olgunluk ve özveri gerektirdiğine, halka gösterilmesi gereken hoşgörünün lütuf değil, vazgeçilmez görev olduğuna, siyasi zekanın, güç kadar önemi ve getirisi olabileceğine, gücün mütevazilikle büyüyeceğine dair örneklerdir.***

Büyük sanat adamı Ahmet Vefik Paşa’nın ilk sadrazamlığı 1877-1878 yıllarındaki Osmanlı Rus Harbi’ne denk gelmiştir. Savaşın büyüklüğü, birçok ihtiyaç maddesinin yanında, ordunun nakil araçlarına ihtiyacını da arttırmıştır. Sıkıntıyı duyan Paşa, tüm ilgililere tamim göndererek:“Ben dahi sadaret arabasını ordumuzun emrine verdim. Bab-ı Ali’ye yaya gidip geliyorum. Herkes öyle yapsın!” demiş.Oldukça şişman ve tıknefes olan Paşa, Bab-ı Ali yokuşunu çıkarken sıkıntı çekiyor, yoruluyor, terliyor ama dayanıyormuş. Bir gün tesadüfen gördüğü manzaradan sinir telleri isyan etmiş. Müsteşarı Muhsin Bey’le birlikte oflaya poflaya yokuşu tırmanırken, Sirkeci’ye doğru bir devlet arabasının hızla inmekte olduğunu görmüş. İçinde Maliye Bakanı Edip Bey oturuyormuş. Onu tanıyamamış ve gelip yanındaki Muhsin Bey’e; “Kim bu yahu?” diye hiddetle sormuş.Müsteşar, kopması yakın bir fırtınanın etkisi ile yokuş ortasında donup kalmış.-Şey, o Edip Bey kulunuz efendim, diye kekelemiş.Sinirden tepesi atmış, Ahmet Vefik Paşa, gelip geçenlerin işitmesine aldırmadan, belki de özellikle duyurarak haykırmış.-EDİP Bey değil, EDİP Bey değil, EDEPSİZ Bey bu adam.Makam odasına varıncaya kadar tekrarlamış bu söylemi. Masasına oturunca da ilk işi, kendi el yazısı ile şu veciz emri Maliye Bakanına göndermek olmuş.“O arabayı derhal orduya teslim et. Arabanın üstünde EDEPSİZ olacağına, yürüyerek EDEPLİ ol!”***Ders dolu bu hikayelerin sevileceğini umarım.Tarih niceleri ile dolu…

YAZARIN DİĞER YAZILARI