İlk hayat tecrübemiz çığlık. Bir çiçek gibi açmanın coşkusu mu, yoksa var olanı kaybetmenin korkusu mu?
Yüksel ÇİLİNGİR
4 yıl önce
Dünyaya bir karanlıktan geliyoruz. Ama o karanlık, bizim dünyevi tanımımıza göre karanlık; bilinmezlik, keder. Halbuki bütün hisler genlerimizde mevcut. Aydınlık da o karanlığın içinde. Hangisi, ne zaman, kiminle? Veysel’in uzun ince bir yol dediği yerde keşfediyoruz.
Dünyaya gelirken başımıza gelecekleri biliyoruz aslında. Ama hayat önce unutturuyor, sonra farketmemizi bekliyor. Genlerimizde sadece anne babamızın ten rengi, yüz şekli yok. Taa dedelerimizin savaşta yaşadıkları, onu gönderen ninemizin endişeleri de var. Ya da her ne yaşadılarsa. Korku da var, coşku da. Ve biz bütün bunların devamıyız.
Ortak olan ise insan olmamız. Sevgiye, kucağa hasretimiz. O çığlıktan sonra anne kucağında yaşadığımız sonsuz rahat.
Ama o an kaybolmadı. Hayatımızdaki sıcak gülüşler, dokunuşlar içimize işlemiş halde duruyor. Yok saymak haksızlık olmaz mı? Mesele onu canlı tutmakta, şükretmekte.
Yunus sarı çiçeğe sormuş hayatı. ‘Annem babam topraktır’ demiş sarı çiçek. ‘Evlat kardeş yapraktır.’ Sonra, ‘Benzim sarıdır, çünkü ölüm yakındır… Ölümsüz yer var mıdır?’ diye devam etmiş.
13. yüzyıl, dervişlerin sadece Anadolu’da değil, başka topraklarda da ilahi aşkı aramak için kendilerini yollara vurduğu bir dönem olmuş. Örneğin Hadewijch, bir manastırda idareci konumundayken kendini yollara vurmuş, Flaman kadın bir derviş. O da doğada aramış tanrı aşkının karşılığını. Baharda açan çiçek korkar mı diyor kıştan, baharın yeniden geleceğini bile bile.
Japon Haiku şiiri, yalın şiirin en güzel örneği. Adeta sözlü görüntü dizisi. 'Düşmüş bir çiçek,dalına dönerken düşündüm -Ama hayır, bir kelebek’ demiş Moritake 15. yüzyılda.
Çiçek solmaktan korkmuyor, biliyor ki tekrar açacak. Belki bir kelebeğin kanadında. Kuşlar, kelebekler.. Biliyorlar, yeniden kavuşacaklar. Biliyor hepsi, içerideki o ‘bir' ölümsüz. Güzellik yaşıyor. Aşk da.
Ya biz?
Sevgiyle kalın.