Bu insan ve topluluklarının günlük yaşam kaliteleri neden yüksek? Neden caddeler ve çevre daha temiz ? Yeşilin her tonu neden daha hakim? Günlük ulaşım da bisikletlerin rolü, toplu taşımada tren, tramway, uçak , vapur…Atletizm, yüzme, tenis, kayak, türlü spor müsabakalarında neden bu milletlerin bayrağı hep yukarıda? Gişe hasılatlı filmler, klasik romanlar, yüz yıllık klasik müzikler, opera, bale, çok sesli müzik neden bu coğrafyalarda daha derin ve etkin?
Bilimsel gelişmeler , yeni bir cep telefonu , internet, ya da para birimi, salgınlarda Covid-19’a mahkum dünyaya bu muasır coğrafyalar neden çare olarak ilk akla gelir? Fizik, biyoloji, kimya, evrim araştırmaları, CERN, gökbilim neden hep bu coğrafyalardan sorulur? Uzaya insan, uydu neden buralardan gider ki?
Ve daha pek çoğu… Temeli, daha daha temeli nedir? düşünen ve araştıran pek çoğumuz bu sorulara yanıtlar ararız yaşamımız boyunca. Muasır medeniyet ancak ve ancak muasır insanla mümkün sanırım. Sözcük anlamı ki Arapça’dan geliyor muasırın. Bulunduğu çağa göre düşünen , yaşayan, ayak uyduran demekmiş öteki tanımlamayla da “Çağdaş”. Bilirsiniz bu kelimeyi memleketimizde genellikle sol kesim sıklıkla telaffuz eder. Sağ kesimse pek haz etmez. Entelektüeli de “entel dantel” argosunda aşağılamaya çalışanımız az değildir. Muasır diyelim. Türkiye Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ümüzün de sıklıkla tercih ettiği hedef ve tanımlamayı. Muasır insanlar, topluluk millet ve muasır anlayışı özdeşleştirip benimsemiş devletler, hatta yapıların ortak özellikleri evvela Hak ve Hukuk’a gerçekten içsel bir biçimde bağlı olmaları. Hak ve hukuka bağlı olma , içinde temel insan haklarına saygıyı, başta kadın erkek eşitiği dahil olmak üzere eşitliği, adalet duygularını içeriyor. Fransız devrimi ve peşinden İnsan hakları evrensel beyannamesinde bahsedilen tüm hakları, hayvan haklarını, çevre haklarını , çocukların, yaşlıların , işçilerin, göçmenlerin , azınlıkların haklarını. Devletin, kişi kurum ve organizasyonların bu haklar karşısındaki pozisyonlarını sınırlarını üst hukuk kuralları belirliyor ki bizim Anayasamızın da çeşitli hükümlerinde bunlara sıkça rastlarız.
Ancak hukukun kağıt parçalarıyla kabulü, kanun ve kurallarının Meclis’ten geçmesi, Resmi Gazete’de yayımlanması , tebliğler, tüzükler, genelgeler, mahkeme kararları bir yana, hukukun yönetenler ve yönetilenlerin de dahil olduğu sistem içerisinde “saygınlık” derecesinde sıkı ve keskin olması, uygulamada ise özellikle yönetenlerce zikzaklar yapılmaması tereddütler baş göstermemesi başka bir kadise ki burada zorlanıyoruz.
Birincisi hukuk dedik. Her alanda, iktisadi alan, gelişme, toplam kalitenin “muasır medeniyetin” pek çok unsurunda belirleyici olan.
İkincisi sanırım San’at . Muasır toplum ve insan mutluluk kriterlerinde belirleyici olan. Ekonominin, hatta sporun, insan beyninin, matematiksel zekanın, şehirciliğin ,köy ve kasabaların insana hatta hayvana göre dizaynında, yeteneklerin emekle birleşimden ortaya çıkan doğa üstü mükemmelliklerin bir birini tetiklediği, büyüttüğü devasa bir gerçek dünya San’at.
Sanattan mahrum toplumlar ve sanatla beslenen toplumların mukayesesi bile yanlış. Paylaşıp çoğaltmak için çaba gösterip üzülmemiz gerekmez mi bu olağanüstü dünyanın nimetlerinden bari dinleme, görme, gezinme seviyesinde bile paylarını alamamışlara? Muasır medeniyet ölçüsünde belirleyici faktörlerin üçüncüsü sanırım kadının yaşamdaki rolünde. Tanrının gerçek mucizesi kadının eşit, özgür ve hakim olduğu tüm coğrafyalarla diğerlerinin gözlemidir tek yapacağımız. Fazla söze gerek yok. Hak gözetme – hukuku, adaleti hakim kılma, sanat, kadınının belirleyiciliği derken muasır medeniyetin köklerinde elbetteki bilimi, fenni aramaktan da vazgeçmemeli. Bilim ve fen de ancak eğitimle mümkün. Eğitim ve öğretimin, bilim, akıl vicdan öğretisinden temellerini alması da. Felsefe, tıp, gökbilim, iletişim, gıda, çevre, su, enerji, ulaşım, liste uzayıp giderken “pozitif” bilimin de hedefi muasır insan- toplum değil midir? İnsanlık tarihi öğretisinde keşke tüm ulus ve topluluklar tarihi daha ziyade bir bilim dalı olarak ele alsalar. Dün birbirini boğazlayan kıta Avrupasının son elli yılını örnekseyerek.
Belki daha da önemlileri vardı ancak satırlar yetmedi. Neticede hepimizin, düşünen ve sorgulayan tüm insanlığın ortak hedef ve gayesi olan şu meşhur “muasır medeniyet” kavramını birazcık olsun deşip sorgulamak içindi bu üç beş satırda karaladıklarım.
Sığ ve boş siyasetin sloganlarında, nefret söylemlerinin gölgesinde, her tür ayrıştırma ve araçlarının esaretinde, popüler olmasa da dediklerimiz. Kalın sağlıcakla.