Hindistan 1. sırada. 8407 üniversiteleri var. Ama bir aşı bulmayı beceremediler, insanlarının feci şekilde sokaklarda ölmesine engel olamadılar. Arjantin 4. sırada, 1705 üniversitesi var ama verimli topraklarına, alt yapı zenginliğine rağmen, yıllardır ekonomik sorunlarını aşamamış bir ülke.
Ve yıllar önce yardım için koştuğumuz, 100 bin km2 sekizde birimiz toprağa sahip, 51 milyon nüfus ile Güney Kore 14. sırada 322 Üniversite ile zenginleşmiş, 50 senede uçurumdan dönüp dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri olmuş.Demek başarı sayı ile değil, kalite ve verimlilikle geliyor. 2006 sonrası, Türkiye’de üniversite sayısı arttıkça, üniversiteli işsiz sayısı da artmaya başlamış. Son sayı 1 milyon 350 bin ve rekor. 2002 yılında 76 olan üniversite sayısı 20 yılda 2,75 kat artmış.
Yükseköğretim Kurulu’nun 2018-2019 istatistiklerine göre, ülkemizde 2017-2018 döneminde 151 bin 763 olan akademisyen sayısı 2018-2019 döneminde 158 bin 98’e fırlamış. Yani her yıl 6350 akademisyen yetişiyor. Profesör sayımızda müthiş artış olmuş. 24 bin 640 profesör. Bir bakın 17 yılda profesör sayımız 2,9, doçent sayımız 2,9, yardımcı doçent sayımız 3,5, öğretim görevlisi sayısı 1,9 kat artmış.
Kendimizi beğenmiyoruz, eğitimi eleştirip duruyoruz ama günümüzde Türkiye bilim olmasa da bilimci cenneti bir ülke olmuş, farkında değiliz. Mesela Almanya’da 300 devlet, 100 Vakıf üniversitesinde 2 milyon civarında öğrenci bulunmakta iken, ciddi profesör açığı varmış. Yani onca yüksek teknolojiye rağmen profesör yetiştiremiyorlar. Sayın Merkel bize hayranlıkla bakıyor, hayretler içinde kalıyormuş.
Gerçi bizde de küçük bir sorun var. Adı intihal. Manası aşırma. Açıklaması şöyle.Akademide, bir kişinin eserinde başka kişilerin ifade, buluş veya düşüncelerini kaynak göstermeden kendisine aitmiş gibi kullanarak sahtekarlık ve hırsızlık yapması. Yabancısı olmadığımız, kültürümüze yerleştirilmeye çalışılan bir konu.
Bu konuda ilk uyarı yapan kişi Uğur Mumcu. 1981 yılında, dönemin YÖK Başkanı İhsan Doğramacı’nın yazdığı Annemin Kitabı’nın, Amerikalı Dr. Benjamin Spock’ın “Baby and child care” kitabından aşırıldığını köşesinde espirili bir dille anlatmış.Şimdiler de ise Boğaziçi Üniversitesi’nden Dr. Ziya Toprak “Türkiye’de Akademik Yazı: İntihal ve Özgürlük” isimli makalesinde, Türkiye’deki akademik yazıların üçte birinde intihal bulunduğunu yazmış.Master tezlerinde intihal oranı %36,8, doktora tezlerinde ise %26,15, vakıf üniversitelerinde ise oran %46 imiş. Neredeyse iki tezden biri aşırma anlayacağınız. Kabul edilebilir oran ise sıfır. Nasıl oluyor da bizde akademisyenlerin bir kısmı çağ atlıyor, nasıl bu kadar kolay ve çabuk profesör olunuyor anlaşılıyor mu? Dürüst tüm akademisyenlerimizi tenzih ederim.
Son dönemde en çok konuşulan intihal vakası Prof. Dr. Melih Bulu’nun yüksek lisans ve doktora tezleri olmuş. Chicago Üniversitesinden Prof. Dr. Ufuk Akçiğit “Türkiye Bilim Raporu” adlı araştırmasında, bunların pek çoğuna değinmiş ve üniversitenin verimi ve kalitesinin yaptığı yayınlarla ölçüldüğünü söylemiş ve sıfıra yakın yayın yapan araştırmacıların olduğu üniversitelerden bahsetmiş. Ve uluslararası yayınlarda yer almayan ya da parayla yer satan dergilerde yüz kızartıcı şekilde para ödeyerek yer alan yayınlardan.
Nerden geldik bu konuya. Geçen hafta bu sabah, TV’de Gemlik ve Mudanya sahillerini ağlatan salya meselesi konuşuluyor. Bir profesörümüz deniz bilimci imiş. Soru: Neden oluyor?
Cevap: Deniz kirliliğinden. Soru: Bu denize girilir mi? Cevap: Ben girmezdim. Giren olursa bilelim de soralım. Nasıl etkiler olmuş? Soru: Buradan çıkan balık yenir mi? Cevap: Tutarsanız yeyin. Soru: Çözüm var mı? Cevap: 2014-18 arası müsteşar olan arkadaşımız yazmış. Marmara hassas bölgedir, şunlar şunlar yapılmalı. Neden yapılmamış. Madem öyle neden kanala evet dediniz. Hani bilim, nerde.
Acaba diyorum, denize Haşema ile girsek, balığı detarjanla yıkasak da yesek olabilir mi?