İtalyan yönetmen Alice Rohrwacher’in filmi Lazzaro Felice, insana yokluk üzerinden varlığı anlatıyor.
Ampul peşinde koşan çocuklarla başlıyor film. Koca evde iki ampul var. Anne mutfaktakini vermiyor tabii. Hal böyle olunca bir oda aydınlanacaksa diğeri karanlıkta kalıyor. Ampul, yokluğunda hissettiriyor kendini.
Lazzaro, tam vur ağzına al lokmayı bir insan. Ona bakınca insan kötülüğün ne olduğunu daha iyi anlıyor. Çünkü onda zerre kadar yok. Bütün köyün işini yapıyor. Gel diyorlar geliyor, ver diyorlar veriyor. Köy halkı da aslında toprak ağasının kölesi. Ama görmüyor, çünkü aynı kötülükten onlarda da var.
Allah sevdiği kuluna eşeğini önce kaybettirir, sonra buldurur deriz. Sağlığımız mesela. Hastalanmadan onu farketmiyoruz. Daha kötüsü, bizim başımıza gelmeden, başkasının durumunu da pek anlamıyoruz. Maskeyi kendimiz için takıyoruz en iyi ihtimalle.
İnsanlar, ilişkiler de öyle. Kaybetmeden değerini ne kadar anlıyoruz? Özgür ruhluyuz ya, ayak bağı gibi geliyor bir zaman sonra o baştan hoşumuza giden ilgi, paylaşım. Sonra, kucağımızda kedi, dizimizin dibinde köpek, şefkat arıyoruz. Tam da kaçtığımız şekilde.
Bir ilişkide ne kadar varız? Senin yanında, ama ne kadar seninle? Birisi gideceğim diyorsa bırak gitsin. Yokluğun ona varlığını aratmıyorsa, zaten varlığının değeri yok demektir. İlla iyi-kötü demek değil bazen, tencere kapak meselesi.
Bir de yok saymak var. Bir şeyler yaşamışsın, unutmak istiyorsun. Ama bir bakmışsın, benzerini sen yapmaktasın. Şekli başka, yaşatılan duygu aynı. Varken görmek en zoru. Ama sen farkedene kadar ben buradayım diyor hayat.
Boşuna seçmemiş tabii Lazzaro ismini yönetmen. Ölüp dirilmişliği var Aziz Lazarus’un. Hayatın değerini biliyor. Ağaçla toprağın, havanın, suyun sevdasını yaşıyor.
Hadi bizim hayatımız bir tarafa, başka insanların, hele bizi sevenlerin değerini ne kadar biliyoruz? Ne kadar farkındayız o hayatların?
Babalar gününüz kutlu olsun.
Sevgiyle kalın.