Türkiye'nin son 50 yılı yoğun bir inşaat faaliyeti ile geçti. Ekonomik, sosyal, demografik yönlerden büyük değişimler yaşadık. Benim de çalışma alanım olan; önce çimento, sonra eklenen hazır beton sektörleri de üzerine düşeni yapmaya çalıştı.Öncelikle çimento standartlarında önemli değişiklikler oldu. Sonunda Avrupa Birliği'nin standardı aynen TSE standardı olarak yürürlüğe konuldu. Hazır betonun yaygınlaşmaya başladığı 80'lerin ikinci yarısında bir standardı yoktu. THBB’nin (Türk Hazır Beton Birliği) hazırladığı metin TSE tarafından kabul edilip TSE standardı olarak uygulanmaya başlandı. Daha sonraki yıllarda çimentoda olduğu gibi betonda da Avrupa Birliği normu aynen TSE normu olarak yürürlüğe girdi. Zorunlu olan bu standartlara; ürünlerin uygunluğunu denetlemek için TÇMB’nin (Türkiye Çimento Müstahsilleri Birliği) ve THBB’nin laboratuvarları yetkilendirildi. Her iki laboratuvar da TÜRKAK’tan ve Avrupa Birliği'nin ilgili biriminden sertifikalı.Çimento ve hazır betonun üretimi, taşınması ve kullanımı günümüzde çağdaş teknolojiyle yapılıyor. Buna mecburlar. Çünkü yukarıda da belirttiğim gibi AB normlarını aynen uyguluyorlar. Elektroniğin; hayatımızın her hücresine nüfuz ettiği gibi, bu sektörlerde de mevcudiyeti kaçınılmaz. Laboratuvarlar ve test cihazları ciddi değişimlere uğradı.Konunun bir de emisyon tarafı var. Çimento prosesi ciddi miktarda karbondioksit üretiyor. Bunun en aza indirilmesi için önemli yatırımlar, yenilemeler gerekiyor. Yakıtlar, hammaddeler, katkı maddeleri, kimyasallar çok ciddi şekilde seçiliyor, hazırlanıyor ve kullanılıyor. CE Belgesi tüm dünya ülkeleri tarafından uygulanıyor.Tüm bu zorunlulukların yanında bir de işin ekonomik yanı var. Çimentoda ve Hazır Betonda, yurdumuzun her noktasında ciddi bir rekabet ve kapasite fazlası var. Bu da sektörde fabrikalar, tesisler, şirketler için konsolidasyon sonucunu getiriyor. Nitekim günümüzde bunu kısmen yaşıyoruz. Çimentoda ihracat (klinker ve çimento olarak) kısmen dengelemeye yardımcı oluyor. Ama sadece ihraç etmek için çimento fabrikası kurmak, genelde pek ekonomik sayılmaz. Ama yarı mamul KLİNKER bunun dışında sayılabilir. Bu konuda ileride sizlere dönemsel olarak rakamlar vermeye çalışacağım.Bir de kamuoyunda negatif algılama yaratan betonlaşma konusu var. Bunun üzerinde biraz düşünelim. Gerçekten, bazı kentlerimiz görüntü kirliliği yönünden olumsuz. Bunu oluşturan kimler, hangi organlar? Öncelikle siyasi iktidarlar, yerel yönetimler, kent plancıları ve denetim organları. Bunlar görevlerini doğru yapmazlarsa tabii ki inşaat sektöründen bazı kişiler veya firmalar boşluklardan yararlanarak yanlış uygulamalar yapabilirler.Bursa'da bir önceki Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın, kent içi uygulama değişikliği yanlışını hep birlikte yaşadık. Sonra durduruldu ama yapılanların yarattığı sıkıntı sürüp gidecek. Ama sonuçta günah, çimento ve beton sektörüne yükleniyor. Bence topluma daha olumlu mesajlar vermek gerekir.Son günlerde çimento fiyatları ile ilgili inşaat sektörünün müteahhit kesiminden önemli eleştiriler geldi. Doğal olarak, hiçbir kuruluş girdilerinde fiyat artışı istemez. Doğal olanı bu. Ama çimento sektörünün temel üretim girdileri; elektrik enerjisi ve yakıtlar. Sektör her ikisini de en ekonomik miktarda kullanmak için sürekli iyileştirme yatırımları yapıyor. Ama bu girdiler Türkiye'de Avrupa fiyatlarından daha pahalı. 1988'de bir inceleme için İtalya'da idim. Çimento fabrikası yetkilileriyle konuşurken çimentonun fiyatının 50 Dolar/Ton olduğunu söylediler. Aynı tarihte Türkiye'de de çimentonun tonu 50 dolardan satılıyordu. Şu anda İtalya'da fiyatlar 100 Dolar. Ama Türkiye'de fiyatı 400 lira, yani 48 Dolar olunca sektör suçlanıyor. Bu; inşaat şemsiyesi altındaki alt tedarikçileri üzmekten, yatırımlarını geciktirmekten öteye bir yarar sağlamaz.Medyadan izliyoruz. Bazı kentlerde üniversite öğrencileri ve halk kiralık ev bulmakta zorlanıyorlar. Halbuki; müteahhit var, malzeme var. Tam bir helva yapma meselesi. Un, şeker, yağ var. Usta var. Helva yok.Konuya devam edeceğim...