Bir süredir öğretmenlere yönelik yeterlilik sınavı, uzman ve başöğretmenlik gibi kavramlarla gündeme gelen Öğretmenlik Kanunu’na bazı eğitim sendikaları itiraz ediyordu…
Eğitim İş de onlardan biri. Sendikanın Bursa şubesi Başkanı Yeliz Toy basın açıklamasına şu sözlerle başladı:
“Bizler, Cumhuriyet aydınlanmasının ve onun önderi Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün ve devrimlerinin yılmaz savunucusu eğitimcileriz. Bizler geleceğin mimarlarıyız. Bizler öğretmenleriz.
Ve ne acıdır ki bugün burada mesleğimizin itibarını, emeğimizin onurunu korumak için bulunuyoruz.”
Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun öğretmenlere danışılmadan hazırlandığını savunan Başkan Yeliz Toy, sözlerini şöyle sürdürdü:
“İktidar, torba yasalardan da aşina olduğumuz bir taktikle, bu meslek kanununda da en büyük felaketleri en parlak paketlerle sarmalama yöntemine gitmiştir. Öğretmene müjde olarak sunulan meslek kanununun aslında ne olduğunu sendikamız ilk günden beri en gür şekilde anlatmıştır…”
Öğretmenlik Kanunu’nun hukuksuz olduğunu iddia eden Yeliz Toy bu durumu şöyle gerekçelendirdi:
“Çünkü öğretmenliğin bir uzmanlık mesleği olduğunun altını çizen ilgili yasalarla çelişmektedir. Hukuksuzdur çünkü her öğretmen uzmandır ve uzmanlık belgesi de diplomasıdır.
Hukuksuzdur çünkü hayata geçerse eşit işe eşit ücret ilkesi okullarda tamamen tarihe karışacaktır. Hukuksuzdur çünkü, hukukun temel ilkeleri gereğince kazanılmış haklar geri alınamaz. Nasıl bir gecede mühendislere artık teknikersiniz denemiyorsa, öğretmenlere de artık uzman değilsiniz denemez!
Bu kanun adaletsizdir. Kanun zaten sözleşmeli, ücretli, kadrolu diye kategorize edilerek sömürülen öğretmenleri bu kez de uzman öğretmen, başöğretmen diye bölmeyi hedeflemektedir.”
Öğretmenlik Kanunu’ndan sadece öğretmenlerin değil tüm eğitim sisteminin zarar göreceğini savunan Yeliz Toy şunları söyledi:
“Öğrenciler ve veliler dahi, hangi unvana sahip öğretmenlerin sınıfında eğitim gördüğüne göre ayrışacaktır.”
Başöğretmene atıfta bulunan Yeliz toy sözlerini şöyle sürdürdü:
“…Ülkenin bir tane Başöğretmeni olduğu ve bizim muradımızın da O Başöğretmen’in unvanını paylaşmak değil O’nun mirasına sahip çıkmak olduğu gerçeğini hiçe saymaktadır.”
Kanun gereği olan sınavların adında yeterlilik kelimesinin bulunmasına da itiraz eden Yeliz Toy sınavlara da itiraz etti:
“Başöğretmen Atatürk’ün gelecek nesilleri emanet edecek kadar güvendiği öğretmenlerin yeterlilik adı altında ezberlerini ölçmeye çalışmaktadır.”
Eğitim İş Bursa Şubesi Başkanı Yeliz toy, Öğretmenlik Meslek Kanunu’na karşı yürüttükleri çalışmaları özetledi:
“Tüm eğitim sendikalara çağrı yaptık, Meclis’te kanun görüşülürken “öğretmene parmak sallanmayacağını” en net biçimde anlattık.
MEB’in telefonlarını, maillerini raporlarımızla kilitledik, defalarca basın açıklaması yaptık; şimdi bu kanun hala durmuyorsa bilinsin ki biz de durmuyoruz:
Bugün itibariyle Türkiye genelinde tüm şube ve temsilciliklerimize “Öğretmene saygı” yazılı pankartlarımızı astık. Pankartlarımız bu utanç tablosu ortadan kalkıncaya dek asılı kalacak.”
Eğitim İş Sendikası bugün Fakir Baykurt’un Burdur Yeşilova’daki köyünde basın açıklaması yapacak…
Türkiye çeşitli illerinde eylemler düzenleyecek ve 9 Eylül’de kitlesel olarak Anıtkabir’e gidecekler. Aynı gün Milli Eğitim Bakanlığı’nın önünde bir basın açıklaması yapmayı planlamışlar.
5-9 Eylül arasında tüm Eğitim İş Sendikası üyeleri okullara “mesleğimiz onurumuzdur” yazan kokartlarla gidecek…
Öğretmenler kurul toplantısında meslek kanununa karşı bir metin okunup tutanaklara geçirilecek…
12-16 Eylül arasında ise öğretmenlerimiz okullarına “Her öğretmen uzmandır” yazan kokartlarla gidecek.
Eğitim İş Sendikası Bursa Şubesi Başkanı Yeliz Toy, Öğretmenlik Meslek Kanunu geri çekilmediği sürece mücadelenin yoğunluğunu artıracakları mesajını verdi…
BİZİM KUŞAĞIN ÖĞRETMENLERİ
Geçmişe göz atarken nostaljik bir tutum içerisine gireriz ve her şeyi pembe renklere boyarız… Bu defa öyle yapmayacağım…
Hepimizin hayatında öğretmenlerin bir izi var… Kimisi olumlu, kimisi olumsuz… Öğrencisinin hayatını şekillendiren, geleceğine yön veren öğretmenler olduğu gibi, eğitim yaşamını sonlandıranlar da var…
Bizim kuşağın eğitim döneminde eğitim zorunlu değildi; ilkokulda bile sınıfta kalma vardı. Sınıfta kalmalar ortaokuldan itibaren katlanarak artardı.
İlkokul öğretmenim rahmetli Gülten Erbilgin harika bir eğitmendi. Resim ve yazıya olan ilgimi sürekli beslerdi. 5 yıl boyunca sınıfın kitaplığından ben sorumluydum… Gülten öğretmenden bir tokat bile yemeden mezun oldum…
O yıllardaki ilkokul öğretmenleri öğretmen okulu mezunuydu. Yani lise!.. Ama ortaokuldan itibaren çoğu da parasız yatılı olarak, idealize ettikleri bir mesleğe sahip olmak, öğretmen olmak için okumuşlardı. İyi öğretmenlerdi.
Eğitmen nitelikleri bugünün eğitim fakültesi mezunlarından, hatta yüksek lisanslı olanlarından bile çok daha fazlaydı.
Ortaokulu Necabitey Kız Enstitüsü’nün orta kısmında okudum. Kız okuluydu, oradaki öğretmenlerimin geneli iyiydi. Ama aralarında dayakçı öğretmenler vardı, Birkaç tokat yemişliğim vardır…
Lisede dayak çok daha fazlaydı. Oysa aramızda ortaokuldan itibaren kala kala gelen benden 3, 4 yaş, hatta lise son sınıfa geldiğimizde 5 yaş bile büyük olan öğrenciler vardı…
Erkek öğretmenler de kadın öğretmenler de döverdi. Coğrafya öğretmeni sınıfımızın en çalışkan, en efendi öğrencisini başkasının yaptığı bir hareket yüzünden tekme tokat dövmüştü; birkaç öğrenci elinden almaya kalkmışsa da onlar da tekmelerden nasibini almışlardı.
Kadın öğretmenler genelde sopa, cetvel, kitap gibi malzemelerden destek alırlardı döverken! Erkekler yumruk, tokat, tekme, sopa, ne denk gelirse…
Sözel şiddetin her türlüsü vardı; hak yemeyeyim, sadece cinsiyetçi küfürler kullanılmazdı. Öğretmenin aşağılama ve hakaretlerinden bezip okulu terk eden sınıf arkadaşlarımız olmuştu. Çoğu da erkekti. Kızlar daha dayanıklıydı, dayak da yeseler, hakaret işitip aşağılansalar da okulu bırakanlar arasında kız öğrenci hiç yoktu.
İyi öğretmenlerimiz de vardı, onların yaşayanlarını saygı ve sevgiyle ebediyete intikal edenleri de rahmetle anıyorum…
Yani. 1970’li yıllarda da öğretmenlik meslek olarak sorunluydu. Oğlumun eğitim gördüğü 1990’lı yıllarda da sıkıntılıydı… Şimdi de öyle…
Her meslek için geçerli bir söylem var… Mesela doktorlar için “İyi hekimlik uygulamaları” diye bir kavram bir süredir literatüre girdi. Özellikle de insana dokunan, insanla ilgili mesleklerde bu kavram öne çıkıyor.
Tüm olumsuz koşullara karşın “İyi eğitmenliği” yaşam biçimi haline getiren dört dörtlük öğretmenlerimiz de var…
Ve neoliberal sistem gereği artık eğitim de piyasalaştı. Devlet okullarının yetersizliği çocuklarının geleceğini düşünen ebeveynleri özel okullara yöneltiyor.
Öğretmenler saksıda yetişmiyor. Eğitim Fakülteleri ana kaynak… Ancak KPSS, mülakat, atamayan öğretmenlerin varlığı ve çokluğu öğrencilerin tercihini olumsuz etkiliyor.
Eğitim Fakültelerine yerleşen öğrencilerin büyük kısmının ilk tercihi orası değil…
Yani sorun sadece öğretmenlerin özlük hakları, ücretleri değil. Sistemden kaynaklanan sorunlar sadece öğretmenlere değil öğrencilere, velilere, tüm topluma ve ülkenin geleceğine doğrudan yansıyor.
Peki “Ne olacak bu eğitimin hali!” Bu sorun nasıl çözülür? Hemen çözüm bulunacağına dair inancım yok. Ama kısa ya da uzun vadeli çözüm arayışlarının ilk adımı aralarında eğitim bilimcilerinin, sendika temsilcilerinin de olduğu konunun tüm taraflarının bir araya gelerek istişare etmesidir.
Eğitim sistemi gündelik sorunların içinde boğulurken; dijital çağa özgün Z kuşağına nasıl verimli eğitim verilebileceğine dair mesai harcayamıyor…