Bursa depreme ne kadar hazır? Yıllardır söylenegelir durur, artık herkesin bildiğini düşünüyorum.
Şehrin önemli bölümü kaçak ve plansız, mühendislik hizmeti almamış yapılardan oluşuyor.
Kahramanmaraş depremi gösterdi ki, sadece 1999 depremi öncesi yapılan binalar değil yeni yapılan, hatta birkaç yıllık olan lüks siteler de depreme dayanıksız çıkabiliyor.
Misal 8 bloklu Ebrar sitesinde bin 300 can kaybı olduğu düşünülüyor…
Eski Bursalılar bilir… Çocukluğumuzda mandaların dolaştığı, sazlık, bataklık olan yerlerde şimdi çok katlı binalar yükseliyor…
Bilim insanları denize bile gerekli şartları yerine getirmek kaydıyla bina yapılabileceğini söylüyor. Sorun sitelerin, rezidansların ne kadarının gerekli şartları yerine getirdiğinde…
Prof. Dr. Naci Görür, Prof. Dr. Celal Şengör, Prof. Dr. Haluk Eyidoğan Batı’da deprem beklenen iller arasında Bursa’yı da sayıyorlar…
6, 7 yıl önce Prof. Dr. Cenk Yaltırak Marmara Depremi’nin yıldönümünde BAOB’ta düzenlenen panelde “Bursalılar düz ovada keklik gibi avlanacaksınız, demişti…
Ben de aynı başlıkla o dönem çalışmakta olduğum YeniDönem Gazetesi’nde köşe yazısı yazmıştım…
Hatta Prof. Dr. Yaltırak “Bursa müthiş bir iş yaptı, depreme hazırlık açısından çok önemli bir işe imza attı. Bir ekiple Bursa’nın faylarını çalıştım, Özel cihazlar aldık ve raporu Büyükşehir Belediyesi’ne verdik” diyerek bu raporun neden gündeme gelmediğini sormuştu. Kimsenin haberi yoktu.
Prof. Dr. Yaltırak Bakacak’ta bile bilinmeyen fayın varlığını bulduklarını, hazırladıkları çalışmanın MTA’nın haritasında olmayan fayları da içerdiğini de söylemişti… Ben de Prof. Dr. Yaltırak’ın Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın görevlendirildiği dönemde yaptığı ilk basın toplantısında kendisine sormuştum.
O da daha yeni göreve başlamıştı, bilmesi mümkün değildi; İmar Müdürlüğü bürokratlarından birine “Siz yanıtlayın” demişti. O da özetle önemsiz bir şeymiş gibi soruyu geçiştirmişti.
Başkan Alinur Aktaş, 10 gündür deprem bölgesindeydi. Ne kadar büyük bir felaketin ve acının yaşandığına bire bir tanık oldu… Dün Meclis Toplantısı’ndan sonra basınla buluşmuş. Haberim olmadı, olsaydı kesinlikle katılırdım. (Basın ofisinden arkadaşlara sitem falan etmiyorum. Bir kasıt olduğunu da düşünmüyorum. Böyle zamanlarda, böyle şeyler olur.) Toplantıya katılabilseydim, Prof. Dr. Cenk Yaltırak’ın raporunu hatırlatacaktım. Muhtemelen Kahramanmaraş depremlerinden sonra, o dosya yeniden gündeme gelmiştir.
Büyükşehir Belediyesi Basın Bürosu Meclis Toplantısı’na yönelik uzun bir basın bülteni gönderilmiş… Bence tüm basın bültenini özetleyen en önemli şehrin mottosu olacak cümleler şöyle:
“Dönüşüm ya bizim elimizden ya depremden olacak. Bursa’nın geleceği kentsel dönüşümdür. Bu dönüşüm ya bizlerin elinde kontrollü ve planlı biçimde gerçekleşecek ya da maalesef deprem sebebiyle canların kaybı, millî servetin hebasıyla olacak. Seçim hepimizin…”
TÜM ÜLKE TEK YÜREK OLDU
Türkiye Cumhuriyet tarihinin en büyük deprem felaketinde tüm ülke tek yürek oldu…
Televizyon kanallarının yaptığı ortak yayında, depremzedeler için 115 milyar liranın üstünde bağış toplandı… Bir kısmı kamudan kamuya bağış şeklinde olsa da Türkiye’nin önemli firmaları, vatandaşlar bağışta adeta yarıştılar…
11 gündür vatandaşların, STK’ların, çeşitli kurum ve kuruluşların deprem bölgesine yaptığı bağışların maddi karşılığı da onlarca milyar lira değerindedir…
Sanatçısıyla, iş insanlarıyla, işçileriyle, köylüleriyle, sivil toplum kuruluşlarıyla, yerel yönetimleriyle herkes seferber…
Siyasetin tepedeki ayrıştırıcı dilinir tabandaki vatandaşta karşılığı yok. Muhtarlıklara, Belediyelerin, Kaymakamlıkların yardım toplama merkezlerine iktidara da, muhalefet partilerine de oy veren vatandaşlar depremzedelere ulaştırmak üzere yardım malzemelerini götürüyor…
Her gün, yıkılan binaların yanı başında bir çatlağı bile olmayan, vitrinindeki tabakların yerinden kımıldamadığı binaları gördükçe herkes gibi ben de üzülüyorum, öfkeleniyorum. Niye o binalar içindeki canlarla yıkıldı? Öbür binalar nasıl ayakta çıktı? Vatandaş medyasının çektiği görüntülerden görüyoruz.
En iyi izah edenler inşaat kalfaları… Halkın anlayacağı şekilde demiri, beton parçalarını ellerine alıp anlatıyorlar. Ve anlıyoruz, demirden, çimentodan çalınmış, usulüne yani yönetmeliğe uygun yapılmamış…
Hepimizin içinde bir acılı bir lav… Depremzedelerin tepkilerini ayrı tutuyorum.
Onlar acılı insanlar. Bizim kültürümüzde acılı insanı hoş görmek vardır; her dediği, normal zamanlardakilerle eş tutulmaz…
Aile büyüklerimizden böyle öğrendik.
Hatırlıyorum, Kİrişçikızı Çıkmazı’nda eskiler bilir, Hatice Hanım Teyze’mizin evinde kiracı olarak oturan bir aile vardı, beş yaşındaki kızları, sokak başında kamyon tekerinin altında kaldı, hayatını kaybetti.
Annesi sokakta çocuk sesine dayanamazdı, oyun oynayan çocuklara küfreder, bağırır, çağırır, kovalardı.
Mahallenin yaşlıları, genç annelere “Hoş görün, evlat acısı yaşadı, acılı kadın, her dediğine bakılmaz” derlerdi.
Biz böyle büyüdük.
Acıya, acılı insana saygı göstererek, hoş görerek… “Onlar acılıydı, her dediğine aldırılmazdı”.
Sokağımızdan cenaze çıksaydı, tek bir kişi bile radyosunu, televizyonunu açmaz, şarkı söylemez, komşuların duyacağı şekilde gülmezdi.
Düğünü olsa bile evinde eğlence yapmazdı.
Deprem bölgelerinden gelen fotoğrafları gördükçe kahroluyorum…
Görüntüleri izledikçe nefesim kesiliyor. Özellikle de enkaz altındaki çocukları…
Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu Genel Başkanı Nuri Kolaylı, deprem bölgesindeydi. Tüm illere gitti. İzlenimlerini tek bir olayda somutladı…
Okurken gözyaşlarımı tutamadım. Enkazdan çıkmak için kardeşlerine elini çakı ile kestiren meslektaşımız Akın Bodur’un yaşadıkları… On binlerce depremzedenin başına gelenleri yansıtıyor…
Eğer o gün profesyonel kurtarma ekibi olsaydı, o eline saplanan demiri kesecek bir cihaz olsaydı…
Eğer depremin akabinde bölgeye arama kurtarma ekipleri ulaşabilseydi, ilk 48 saatte daha çok enkazda profesyonel ekipler çalışsaydı… Daha çok sayıda insanın hayatı kurtarılacaktı…
İnsanların çaresizliğini, enkaz altından ya da üstünden cep telefonları vasıtasıyla yansıttıkları yardım çığlıklarını, yer, adres bildirimlerini vatandaş medyası aracılığıyla çaresizce izledik.
Depremde kurtarmada ilk iki, üç gün çok önemli… Marmara Depremi ve sonrasındakilerde öğrendik, ya da öyle sanıyorduk…
Depremin ilk günlerinde arama kurtarma ekipleri karanlığa boğulan şehirlerde televizyon kanalı ekiplerinin ışıklarıyla çalıştılar… Habertürk’te izledik işte hep beraber.
Sonrasında yardımlar ulaştırıldı, Çadırlar, konteynır kentler kurulmaya başlandı. Depremzedeler başka illere nakledilmeye başlandı. Bursa’ya da çok gelen oldu. Şehrin batısından doğusuna tüm belediyeler, vatandaşlar, STK’lar, iş dünyası seferber oldu; depremzedelerin evleri dayanıp döşeniyor, gıda, ilaç, giysi her türlü ihtiyaçları gideriliyor…
Bu acı tabloda tek umut verici şey yaşanan muhteşem dayanışma…
Şu anda Türkiye tek yürek oldu… Müthiş, muhteşem bir dayanışma var… Sadece Türkiye değil, dünya da Türkiye için tek yürek oldu. Gerek arama kurtarmada gerekse yardımlarda…
Pek çok şey yoluna girdi…
Ama ilk iki gündeki aksamaları yok mu sayacağız? Yok sayarsak, bilim insanlarının deprem beklendiğini açıkladığı illerden birinde yaşayan vatandaşlar olarak olası deprem sonrası başlarına gelecekleri peşinen kabul etmiş olmayacak mıyız? Yok sayarsak, eksikliklerden, hatalardan nasıl ders çıkartılacak?
"Ey iman edenler! Bütün tedbirlerinizi alın." (Nisâ: 71)
"Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın." (Bakara: 195)
Velhasıl, önce tedbir, sonra tevekkül….