?>

Gemi mühendisi Mehmet Ali Ergöz’ün Anıları-2-

Adil GÖKÇADIR

1 yıl önce

Yıl 2003, Kamerun’un Douala Limanı’ndayız. Kütük ke­reste yüklenecek. Yükün sahibi, gemiye yüklemeye nezaret edecek bir kaptan göndermişti. Kaptan Hırvat’tı. Zabitan odasına geldiğinde, gelenin karşısına düşen duvardaki Ata­türk resmini görünce duraksadı. Bir süre durduktan sonra resme doğru yürüdü. Saygı ifade eden davranışlarla resmi nazikçe düzeltti ve hepimizin yüreğine bir ok gibi saplanan şu sözleri söyledi; “Siz bu insanı ve ideallerini anlayamadı­nız. Anlamış olsaydınız bugün Avrupa kapılarında sürün­mez, Avrupalılar sizin kapılarınızda bekleşirlerdi.”

Yıl 2017, Bangladeş’in Chittgong limanındayız. Gemiden inmiş limanın çıkış kapısına doğru gidi­yordum. Takkeli, entari ya da şalvar giyimli, yaşlı bi­risi ile hafifçe çarpıştık. Nedeni o olmamasına karşın özür diledi ve ko­nuşmaya başladık. Nereli olduğumu sordu. Türk olduğumu söyledim. Hiç beklemediğim bir cevap verdi; “Atatürk’ün çocuğusun yani” dedi. Heyecanlanmış­tım. Sohbeti sürdürdüm. Birçok kimseye inanılmaz gelebilir ama bana şunları söyledi; “En büyük Müslüman Atatürk’tür. Biz Bangladeş olarak onun öğrettiği yoldan gittik ve özgür­lüğümüze kavuştuk. Fakiriz ama onun yaptıklarını yaparsak fakirlikten de kurtulabiliriz. O sadece Türklerin değil tüm doğu halkları için de büyük bir liderdir.”

Yıl 1988. İstanbul Deniz Otobüsleri’nin Genel Müdür Teknik Yardımcısı olarak çalışıyorum. Beş gemi hizmette, beş gemi daha gelecek. hizmet dışı olan gemilerin Pendik Tersanesi’ne çekilip gerekli bakım ve kontrolleri yapılıyor. İş­letmede çok sayıda mühendis var. Bu arkadaşların kendile­rini yetiştirmede gösterdikleri isteksizliğe üzülüyorum… Bir gün, umutsuzluğa kapılmış masamda düşüncelere dalmış­tım. Bir an Norveçli kaptan Vik’in sesiyle kendime geldim. Kaptan Vik, “Karamsar görünüyorsun, nedeni ne?” dedi. Bi­linç yetersizliği, duyarsızlıklar ve durumumuz konusundaki umutsuzluğumu anlattım. Bana ciddi bir tavırla şunları söy­ledi; “Atatürk’e sahip bir ulusun insanları, umutsuz olamaz. Buna hakları yoktur. Biz sizin çok uzağınızda bir ülkeyiz. Ata­türk bizim büyüğümüz değil. Bize Norveç’te Atatürk’ü okuttular. Onu öğrendik. Biz umutsuzluğu yenmeyi, Ata­türk’ü okuyarak öğrendik. Atatürk bize umudu ve ken­dini yaratmayı öğretti.”

Yıl 1989. Cezayir’in baş­kenti Cezayir’deyiz. Yetmiş, seksen ve doksanlı yıllarda; Kuzey Afrika ülkelerinin tümüne, yaşamları için gerekli olan pek çok şeyi Türkiye’de üretilmiş ürünlerle biz götürüyoruz. Bu ürünleri, Türk yapısı gemilerle taşıyoruz. Bir gün, gemi­nin zabitan salonunda Cezayirli acente memuruyla sohbet ediyoruz. Memura şöyle bir soru sordum; “Resmi dil olduğu için Fransızcayı yani bir Avrupa dilini biliyorsunuz. Hemen karşınızda Fransa var. 1962 yılında bağımsızlığınızı kazandı­nız. Ancak, hala gelişmemiş bir ülke durumundasınız. Bunun nedeni nedir?” dedim. Şu yanıtı verdi; “Bağımsız bir ülke olduğumuz doğru. Ancak, bu kalkınmak için yeterli değil. Bizde, sizdeki gibi bağımsızlıktan sonra ülkeyi dev­rimleriyle çağdaşlaştırıp kalkındıracak bir Atatürk çıkmadı. Sizin en büyük şansınız Atatürk’tür. İlerleyip bugüne gele­bilmenizin nedeni odur”.

Yıl 1982. Hindistan’ın Bombay şehrinde otelde yurda dönüş için uçak bekliyoruz. Bizim işlerle görevli acente me­muru hepimizi grup olarak yemeğine götürdü. Restoranda her milletten denizci vardı. Yemek esnasında bir arkadaşı­mız sigarasını yakmak istedi, fakat çakmağı yanmadı. Yan­daki masada oturan bir kişinin önünde sigara ve çakmak vardı. Şahsı Türk’e benzettiğim için çakmağı Türkçe istedim. Yüzüme tersçe bakınca, İngilizce olarak kendisini Türk san­dığım için Türkçe konuştuğumu söyledim. Bir anda kabala­şarak kızgınlığını ifade etmeye başladı. Durumun kavgaya dönüşeceğini anlayan acente memuru araya girerek kav­gayı önledi ve şahsın ayrılmasını sağladı. Ben durumu anla­mak için memura olayın nedenini sordum. Memur bu şahsın Yunanlı olduğunu onları 400 sene yönetmemiz ne­deniyle Türklere kızgın olduğunu söyledi. Ben, Türklerin kurdukları devletlerle Hindistan’ın kuzeyini bin yıldan fazla yönettiğini söyleyip; “Siz de mi bize kızgınsınız?” diye sor­dum. Acente görevlisi gayet içten bir biçimde; “Tam tersi, biz Hintlilerin size yani Türklere iki konuda teşekkür borcu­muz var. Türklerin yaptığı muhteşem eserleri her yıl milyon­larca turist ziyarete gelip döviz bırakıyor. İkinci teşekkürüm, Atatürk’ün Anadolu’daki zaferiyle biz Hintlilere bağımsızlık yolunu göstermesidir. Ayrıca, Hindistan kırsalında okuma yazma mücadelesini Atatürk’ün eğitim sistemini örnek ala­rak yürüttük. Türkiye’deki Eğitim Enstitüsü uygulamasını biz burada yaptık.

Tükenmişlikten başarı yaratmamıza rehberlik yapan­lara ve çaba gösterenlere selam olsun…

YAZARIN DİĞER YAZILARI