Son dönemde kalp krizleri, inme vakalarında ciddi bir artış yaşanıyor. Her birimiz çevremizde bugüne dek olmadığı kadar kalp krizi nedeniyle yaşamını yitirenlere denk geliyoruz…
Hafta içerisinde çok yakın bir arkadaşımı yitirdim. Tanışlığımız 1985 yılına uzanıyor… Oğullarımız aynı kreşteydi…
Akrabalarım akrabası oldu, arkadaşlarım arkadaşları… Onunkiler de öyle, ama zaten akrabası çok fazla değildi. Beraber o kadar çok şey yaşadık ki… O kadar çok anımız var ki!..
Kayhan’daki, Kirişçi Kızı Çıkmazı’ndaki baba evinde aynı odada iki kadın, 4 yaşında iki erkek çocuğu ile 7, 8 ay birlikte yaşadık… Sonraki yıllarda da hep beraberdik zaten… O süreç bana kadınlara bir yaşam koridoru açıldığında yaşamlarını nasıl düzene koyacaklarını, kadın dayanışmasının ne kadar önemli olduğunu yaşayarak öğretti… s
S nraki yaşamımda bu deneyim bana hep rehber olmuştur…
Arada anlatırım; fare giremediği deliğe kuyruğuna kabak bağlayıp girer, derler ya; işte tam o misal, 1986 yılında baba evine dönmüştüm, aradan bir ay geçmeden çocuklu arkadaşımı da getirdim eve…
Babam da onu seviyordu; anneme “Anne”; babama da “Baba” diyordu…
Bursa’ya yakın bir beldedeydi evi; bir gün evine gittiğinde yerinde yeller esiyordu; eşi kerpiç olan köy evini yıktırmış, iki çekyattan ibaret eşyalarını da bir ahıra atmıştı… Evsiz ve sokakta kalmıştı, ama işi de vardı; kendisi hemşireydi. Çalışıyordu…
Her şeye karşın dünyaya gülerek, neşeyle bakan biriydi. Kimse hakkında kötülük düşünmezdi.
Hiç kimsenin dedikodusunu yapmazdı; “Amaaan, boşver” deyip geçerdi.
Sadece bana zarar verdiğini düşündüğü kişilere düşman kesilirdi… Korumacıydı; mesela ben yokken kimseyi eve sokmazdı… Kendince haklıydı.
Babamın hastalığında çok göz kulak olmuş, beni hiç yalnız bırakmamıştı…
Annemin de hastalığında yanımdaydı…
Birbirimize hep destek olduk; birbirimizi omuzladık… Annemi kaybettiğim günlerde ciddi bir sağlık sorunu yaşadı; emboli attı, iyileşti… Kızı kızım gibiydi. Nöbetlerde kimi zaman yanında götürür, kimi zaman da benimle kalırdı…
Birlikte sayılmayacak kadar çok anımız var…
Kendisine özgü bir dünyası vardı; o dünya pembeydi, maviydi, yeşildi; çok renkliydi… En sıkıntılı zamanında bile hayatına bir pembeliği yansıtırdı… Kitap okumayı severdi, gazete okumayı da…
Düzenli Cumhuriyet okurdu… Dünyaya gülümseyerek bakardı, ama bir o kadar da dik başlı ve inatçıydı.
Kimsenin önünde eğilmezdi, bükülmezdi, yalvarmazdı, yalakalık yapmazdı. Gençken zayıf, çıtı pıtı bir şeydi… Hiç unutmuyorum; çok değer verdiği, çok sevdiği dedesi öldüğünde, yanılmıyorsam 1985 yılı olmalıydı; izin almakta zorluk çıkartılmıştı, fırtına gibi ortalığı kasıp kavurmuştu; dönemin başhekimi şimdi rahmetli oldu, hışmından payını almıştı…
Yüzünde her zaman bir gülümseme olurdu ve kahkahası da çok meşhurdu; Neşe saçarak gelir ve “Ne yapıyorsun kız Gül” derdi… Kelebek gibiydi; uçuşurdu… Onun nöbetlerinde hastalar ölmezdi. Ağır vakaları saptar, gece boyunca tüm enerjisini onlara verirdi…
Her görüştüğümüzde bir kahve içer, fal kapar ve birbirimizin falına bakardık. Son yıllarda bu ritüeli terk ettik… Onun iki torunu oldu; (Baran ve Sare).. Benim de öyle… Pandemi zaten bizi yaşadığımız mekana mahkum etti…
1987 yılından beri Çarşamba’da oturuyordu… Seviyordu mahallesini, 33 yıl oturdu… Suriyeli istilası onu da pes ettirdi; Kızıyla, damadıyla, torunlarıyla birlikte Nalbantoğlu’na taşındılar; orayı da çok sevdi…
Kızı da kızım gibiydi zaten; benim yüzümden gazeteciliğe bulaştı. İyi mi ettim, kötü mü, bilemiyorum. Zira bizim işimiz virüs gibi, ama bir kez bulaştı mı, yakayı kurtaramıyorsun, hep sende kalıyor…
İlk kalp krizini yanılmıyorsam 2012 yılında geçirdi, 3 yıl kadar önce de by-pass ameliyatı olmuştu. Kalbinde sorun vardı…
Yeni yılın ilk günlerinde pazartesi gecesi apartmanımda üzücü bir olay yaşandı, 7 aylık hamile genç bir anne yaşamını yitirdi.
Salı günü de yeğenim Gülsüm, Safoş’un hastaneye kaldırıldığını, iyi olmadığını söyledi.
Apar topar hastaneye gittim… Safiye’min anjiyoda kalbi durmuş. Entübe edilmiş; yoğun bakıma alınmak üzereydi… Son kez gördüm; yorgun kalbi yoğun bakımda iki saat kadar direndi, durdu…
Son yolculuğuna uğurladık; akrabalarım akrabalarıydı, arkadaşlarım arkadaşlarıydı. İç içe geçmiştik… Medical Park Hastanesi’nden Dahiliye Uzmanı Dr. Ergun Öztaş ve Prof. Dr. Ilgın Karaca çok yakından ilgilendiler ve yaşatmak için ellerinden geleni yaptıklarını düşünüyorum.
Bir de bizimle ilgilenen Medical Park Hastanesi Sağlık Pazarlama biriminde çalışan Feray Bülte’ye çok ama çok teşekkürler. Her zamanki içtenliği ve sıcaklığı ile yanımızda olduğu için…
Bir de Safiye’ye her zaman sevgi ve saygıyla yaklaşan, damadı Umut’a minnettarım. Zaten birlikte yaşıyorlardı ve ilk kalp krizinden buyana her türlü sağlık sorununda hep yanındaydı.
Ben bir dostu, kardeşi, can arkadaşı yitirdim. Yazacağım o kadar çok şey var ki… Çok zor bir çocukluğu, çok zor bir gençliği ve bir o kadar zor yetişkinliği olmuştu…
Her şeye karşın kendine acımaz, geçmişte asla takılıp kalmaz; hatta geçmişteki canını acıtan konuları hiç açmazdı bile! Cebindeki son kuruşu bile ihtiyacı olana verirdi.
O bir Pollyanna’ydı… Kız torunu Sare onu yeniden gerçek dünyaya taşımıştı… Torunlarını çok seviyordu... Onlar da onu...
Torunları Nenoşlarını çok özleyecek; ama en azından onunla çok uzun olmasa da zaman geçirebildiler.
En çok Tuğçe özleyecek. Annelerin yokluğu yürekteki kara delik gibidir. Telafisiz… Koca bir boşluk, kaç yaşında olursa olsun hiç dolmaz ve hep bir iç sızısı olur, hep özlersiniz…
Yaş almanın en yorucu yanı eksile eksile hayat yolculuğunu sürdürmek; eksilenlerin anılarıyla yaşamak…