Neden diye merak edip araştırmış olan her okumuş yazmış bilir ki, Türk kağanlıklarının kuruluş sonrası evrilmesi ve çöküş nedenleri, pek çok değişik nedene dayansa da, özde “yabancı ile evlilikler, yabancı gelinler ya da yönetimi etkileyen benzeri etkenler” olmuştur.
Türk kağanlıklarına, beyliklerine dikkatle bakılırsa; hanların, beylerin kuruluştaki isimleri Türk isimleri iken yıkılışa doğru isimler, Asya’da İslamiyet’ten önce Çin isimleri, Anadolu’da İslamiyet’ten sonra ise Fars ya da Arap isimleri olmaya başlamıştır.
Örneğin, 1000 yıl önce, Selçuklu Devleti’ni Türkmenler kurmuştu. Kurucusu Selçuk Bey sonrasında Çağrı Bey, Tuğrul Bey, Alpaslan Bey Türkmen beyleriydi. Dilleri de elbette Türkçe idi. Çöküşe doğru sultanların adı Melikşah, Keykubat, Keykavus Keyhüsrev olmaya, Firdevsi’nin kitabında geçen Farsça sözcüklere kutsiyet yüklenmeye başlandı ve Türkçe yerine Nizamülmülk ile Farsça resmi dil kabul edildi. Kurucusu Türkmen olan devlet Farslaştı ve nihayet yıkıldı.
Osmanlı Devleti’ni kuranlar Hoca Ahmet Yesevi düşünce sistemindeki Türkmenler idi. Osman Bey, Orhan Bey, Mehmet Bey, Ahmet Bey ve nice Padişah Türkmen beyleriydi. Sonrasında devşirme harem kızlarından doğan şehzadeler ve üst düzey görevlerde yer alan devşirme sadrazamlar, hukuk ve maliye görevlileri, paşalar nedeniyle, özellikle de halifeliğin Osmanlı’ya geçmesi sonrası 15. yüzyıl itibarıyla Osmanlı Devleti’nde Türkmen varlığı yerine ümmetleşme ve Araplaşma dönemi başladı. Bir süre sonra Osmanlı gerileme dönemine girdi ve çöktü. Çöküş dönemi padişah isimleri, Abdülaziz, Abdülmecit, Abdülhamit, Vahdettin vb. Arap isimleridir. Elbette kurulan Türk devletlerinin yıkılma nedenleri yalnızca budur denemez. Ancak tarih göstermektedir ki bu tez önemli nedenlerden birisidir.
Tarih bize, Türkçe ve Türklüğün sarayın dışında sadece Anadolu kırsalındaki Türk köylerinde yaşamaya devam ettiğini söylemektedir.
Osmanlı’nın çöküşü ile Anadolu’ da yeniden bir Türkmen ayağa kalkışı başladı. Mustafa Kemal, İstiklal Mücadelesi ve nihayet adı ve sanı ile Türk olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu aynı topraklarda aynı insanlarla. Bu yıl Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 100. yılını kutluyoruz. Bir süredir ülkelerindeki savaştan, ölümden kaçarak ülkemize sığınan Arap komşularımıza kucak açmak amacıyla, önemli miktarda bir sığınmacıyı ülkemizde misafir etmekten büyük memnuniyet duyduk. Yatacak yer, sıcak aş, güvenlik, sağlık hizmetleri verdik. Sonra işler değişmeye başladı.
Önce bu arkadaşlar, kentlere dağılmaya başladı, arkalarından yenileri geldi, derken açık kapılardan ellerini kollarını sallayarak göçmenler gelmeye, kaçak göç, mülteci falan derken milyonlarca Arap kentlerimizde mahalleler oluşturmaya, kafeler, restoranlar, marketler, işyerleri kurmaya başladı. Derken Araplara binlerce vatandaşlık verildiğini duyduk. Bu insanların bayramlarda ülkelerine gidip bir süre kaldıktan sonra geri geldiklerini gazetelerde okuduk, TV ekranlarında gördük. Bir süre sonra da tatil için ülkelerine gidip geldikleri basına yansıdı. Sayıları için ise 7 hatta 9 milyon diyenler vardı. Haberlerde Hatay’da bir okulun, bir sınıfında bulunan 38 öğrencinin sadece 3’ ünün Türk olduğu söylendi. Arap göçmenlerin doğurganlık oranı Türklerin 3 misline yakın ve hızla çoğalıyorlar. Millî Eğitim Bakanlığı’nın orta okullara Arapça dersi koyması da düşündüren bir gelişme. Ayrıca bu kardeşlerimizin ülkelerindeki savaş da bitti. Bu gelişmeleri nasıl değerlendirmek lazım bilemem ancak endişelenmemek elde değil. Derken sosyal medyada, İstanbul Galata’da yürüyüş yaptıklarını enteresan sloganlar attıklarını gördük. Yazın sahillerimize yayılan Arap gençler neden kendi vatanları için bir şeyler yapmak yerine buradalar. Misafirlerimizin fiiliyatta sığınmacı ya da mülteci statüsü bitmiş olmasına rağmen hala akın akın geliyorlar ve kapılarımız neden hala ardına kadar açık? Gerçek gündemimiz elbette ekonomidir. Ne var ki bu reel durum, sorunları olumsuz etkileyen, derinleştiren ana unsurlardan birisi olmaya başladı. Bu nedenle sağlıklı bir çözüme muhtaç. Önümüzdeki günler neler getirecek göreceğiz. Ancak atalarımızın güzel sözlerine güvenmek yanıltmaz. Tarih tekerrürlerden ibarettir.