Cumhuriyetimizin 100. yılında böyle anılmak güzel olurdu, ama ne yazık ki ülkemiz henüz bu seviyede degil. Birleşmiş Milletler değerlendirmesine göre 137 ülke arasinda 106’ncıyız. 2022’de sekiz basamak gerilemişiz, 2023’te ise altı basamak yukarıya çıkmışız. Biraz mehter takımı gibi. Belli ki daha gidecek çok yolumuz var.
Birinci ülke, beyaz zambaklar ülkesi Finlandiya. 1800’lerde İskandinav coğrafyasının arka sokakları gibi olan, bataklıklar arasında kimsenin dikkate almadan gelip geçtiği yer. Ama sonra yavaş yavaş kendisi olmayı başarmış. Finlandiya’nın başarı öyküsü Beyaz Zambaklar Ülkesi isimli kitapta anlatılıyor. Kitap ilk kez 1923’de Yugoslavya’da basılmış. Sonra Atatürk tarafından askeri okullara örnek olarak dağıtılmış.
Yugoslavya artık yok. Biz ise Cumhuriyetimizin 100’üncü yılını kutluyoruz. İşin sırrı Türkiye Cumhuriyetini bu topraklarda yaşayan insanların bir araya gelerek, Kurtuluş Savaşı mücadelesi vererek kurmuş olmasında yatıyor. Birlik, kolayca söylenen bir terim, ama bir olmak için her bireyin değerini bilmek, farklılıklara saygı duymak gerekiyor. Bizim buna inanan bilge bir önderimiz vardı, şanslıydık. Japon prenses Mikasa’nın dediği gibi, “her insanın bir ülkesi vardır, ama her ülkenin Mustafa Kemal Atatürk'ü yoktur.”
Evet, 100 yıldır sarıldığımız ortak hedeflerimiz bizi ayakta tutuyor. Ama Cumhuriyet karşıtları boş duruyor mu? Elbette hayır. Onlar yine değişmez silahı kullanıyorlar: Ayrıştırmak, bizi bir arada tutan değerleri yok ederek birbirimize düşürmek. Ama mayamız sağlam, düşe kalka da olsa güçleneceğiz.
Peki dünyanın en mutlu ülkesi olmak nasıl bir şeydir? Sistem nasıl işliyor, insanlar nasıl yaşıyor?
Birleşmiş Milletler, dünyanın en mutlu ülkesini ana olarak şu kriterlere göre belirliyor: Kişi başına düşen milli gelir, sosyal destek, sağlıklı yaşam beklentisi, yaşam seçimlerini yapma özgürlüğü, yolsuzluktan korunma... Peki biz ne durumdayız? Sanırım herkes bunun cevabını biliyor. Nasıl daha mutlu olabiliriz? Ben Finlandiya’daki duruma baktım. Kriter listesine gelir birinci kalem olarak yazılmış olsa da, Finlandiyalılar ile yapılan röportajlarda öne çıkan bu değil. Zaten ülke de milyonerlerden oluşmuyor.
Mutlu hissediyorum diyor insanlar, çünkü çalışarak ödediğim vergilerin doğru bir şekilde kullanılacağına inanıyorum; sağlık problemim olursa her türlü desteği alacağımı biliyorum, çocuğum gelişimine ve özgür seçimlerine destek olan bir eğitim sisteminden ücretsiz yararlanabiliyor, işsiz kalırsam sokakta kalmayacağım...
Çalışan kadın çocuğu olduğunda üç yıl ücretli izin alabiliyor, ama bütün iş ondan beklenmiyor. Erkek de 4 gün çalışıp 10 gün evde kalabiliyor. Üniversite dahil eğitim ücretsiz. Onun da üstüne çıkacaksanız yine bir öğrenci yurdunda bedava kalmanız, yemeğinize yetecek kadar ödenek almanız ve fazlası için faizsiz kredi çekmeniz mümkün..
Fanatik milliyetçi bir ülke değil Finlandiya, ama toprağına ve kültürüne sadık. Doğasını korumayı ve zenginleştirmeyi bilmiş. O bataklıklar şimdi doğa harikası milli park. Dilleri gramer açısından bir Ural-Altay dili mesela.. Göçlerle kendisine ulaşan ve dilini yapısallaştırmaya katkı sağlayan bu değeri reddetmemiş. Dini kurumlar isteyen herkese açık. Ama çocuk din bilgisini önce okulda öğreniyor. Ve her inanca saygı göstermeyi...
1800’lerde başlayan hareketin özü dayanışma. Her uzman ülkenin ücra köşelerinde nefer gibi çalışmış. Sadece işini yapmamış, ne biliyorsa öğretmiş... Yöneticilik ya da bir alanda uzmanlık ayrıcalıktan ziyade getirdiği sorumlulukla anlam kazanıyor. Öğretmenler mesela minimum yüksek lisans mezunu. Bilgi ezberletmiyor, bilgiye erişme ve kullanma konusunda yol gösteriyorlar.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu konuda epey de belgesel var. Finlandiyalılar ile yapılan röportajlar gösteriyor ki mutluluğun tarifi insanın hayatıyla, yaptığı işle, bulunduğu ortamla ilgili yaşadığı tatmin, güven duygusu ve kafa rahatlığı. O da çalışarak ve birbiriyle dayanışma içinde yaşayarak oluyor. Oturduğum yerden para kazanayım ya da onun üzerine çıkayım, çıkamıyorsam bacağına asılayım yok. Herkes kendi potansiyelinin en iyisini başarmayı hedefliyor. Zaten başka türlüsü de mümkün değil.
.
Biraz ahlak dersi gibi oldu, ama düzmece ahlaktan ziyade insani değerler üzerine kurulu ahlak anlayışının önemini vurgulamadan edemedim. Adamlar yapmış deriz ya, yapınca oluyor demek. Biz neden yapamayalım?
.
Cumhuriyetimizin 100. yılı kutlu olsun. Önderimiz Atatürk’ü ve omuz omuza vererek düşmana karşı mücadele eden atalarımızı saygıyla anıyorum. Hele tarihin işgal ve savaşlarla kendini tekrar ettiği bu günlerde, ayrılıkçı olan her şeye karşı iki kere dikkatli olmamız gerekiyor.
Sevgiyle kalın.