Yazıyı bitirdikten sonra tekrar gözden geçirirken “Nereden dalıp nereden çıkmışım…Konu konuyu açınca, yazı da daldan dala atlamış gitmiş” dedim kendi kendime…
Okuyunca siz de göreceksiniz. Konuyu zenginleştireyim derken kendimi başka bir yerde buluverdim…
Yazıya şöyle başlamışım:
Türkiye kadın cinayetlerinde farklı bir aşamaya evrildi… Seri katillerin konu edildiği yabancı dizi ve filmler vardır… Senaryoları bir kısmında kopyacı seri katiller kurgulanır. Yani geçmişteki bir seri katilin cinayetleri bire bir kopyalanır… Gerçek hayatta karşılığı var mıdır… Var ki, senaryolarda yer veriliyor… Türkiye’ye gelince… Mesela… İntihar vakalarının haberleştirmesinden biz gazeteciler mümkün olduğunca uzak dururuz.
İntihara meyilli kişilerin bu haberlerden etkilendiği konusunda uzmanlar hemfikirdir. Misal… Siyanürle intihar haberi medyada yer aldı; ardından Türkiye’de pek rastlanmayan siyanürle intihar olayları hızla arttı.
Murat Kekili 1999 yılında “Bu akşam ölürüm” albümünü çıkarmıştı. Albüme adını veren şarkı büyük bir çıkış yaparken, o tarihlerde intihar vakalarında da adeta bir patlama yaşanmıştı…
2000-2022 yılları arası, erkeklerin boşanma aşamasındaki ya da boşandığı eşlerini çocuklarıyla cezalandırma gibi çok korkunç bir durum ortaya çıkmıştı. Vakalar birbirini izlemişti. Kadını cezalandırmak, acı çektirmek adına kendi evlatlarını öldüren canavarlar türemişti…
Evlat öldüren baba furyası durakladı… Yerini eşini, eşi ile evlatlarını ya da eşiyle birlikte eşinin aile bireylerini öldürüp sonra da kendi kafasına sıkan yani intihar eden katil kocaların haberi son bir yıldır medyaya çok sık düşüyor… Bu hafta art arda farklı illerdeki işlenen kadın cinayetlerinden birinde İstanbul’da bir koca eşini ve küçücük çocuklarını vurduktan sonra intihar etti…
Bugün de bir başka adam Denizli’de kendisini aldattığından kuşkulandığı eşini ve bir başka adamı öldürüp kendi kafasına sıkarak intihar etti…
Bir hafta kadar önce Bursa’da Mustafakemalpaşa’da bir adam boşanma aşamasındaki eşini ve iki çocuğunu tabancayla öldürüp intihar etmişti…
Kadın katillerinin yeni modası bu… Kadının ve öldürdükleri diğer kişilerin davasını / cezasını çekmeyi bu dünyaya bırakmayıp, kendileriyle birlikte öbür dünyaya, mahşere götürüyorlar…
Sosyoloji ve psikoloji biliminin izahatına ve adam akıllı bir bilimsel çalışma yapmasına muhtaç bir durum…
Bunu yapacak olan kurul da akademidir, yani üniversitedir…
BURAYA KADAR ‘NO PROBLEM’!.. BUNDAN SONRA YAZI ROTASI KADIN CİNAYETLERİNDEN VE AKADEMİDEN MEDET UMMAKTAN SAPIYOR, BAŞKA MECRAYA EVRİLİYOR… BELKİ DE GİRİŞİ SİLİP BAŞKA YAZI YAZMALIYDIM. BÖYLE EPEYCE TUHAF, ALT YAZILI DİZİ GİBİ ARA BAŞLIKLI BİR METİN OLUŞTU!
Bursa Uludağ Üniversitesi Kadın Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi yaptığı bir araştırma, inceleme, bir veri paylaşımı var mı, diyerek BUÜ’nün kurumsal sitesindeki sayfasına girdim.
Aaaa, adı değişmiş; Kadın ve Aile Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (BUKAM) olmuş…
Onlar da bu aralar Suriyeli Göçmen Kadınların Güçlendirilmesi projesi ile meşgul…
KADIN CİNAYETLERİ, KATİL KOCA İNTİHARLARI, SOSYOLOJİ, PSİKOLOJİ DERKEN… KENDİMİ BUKAM’IN SAYFASINI DİDİKLERKEN BULDUM!..
BUÜ’nün kurumsal sitesindeki BUKAM sayfasında Güncel Duyurular kategorisinde en son paylaşılan ‘güncel veri’ 2021 yılına aitti…
Ana haber akışında ise Birinci Manşet “Suriyeli göçmen kadınların güçlendirilmesi” projesi kapsamında Gölyazı’ya yapılan gezi; İkinci Manşet ise yine aynı proje kapsamında verilen eğitimler idi…
Türk Kızılayı ve Toplum Merkezi ile birlikte hayata geçirilen bir proje…
Üçüncü manşette 8 Mart kutlaması vardı… Dördüncü manşet ise “Türk Dünyasında Kadın Olmak; Uluslararası Kadın Çalışmaları Kongresi” idi. O da 2022 Aralık ayına ait bir konuydu.
Yani BUKAM’ın sayfasında kadına, çocuğa şiddet, taciz tecavüz, kadın cinayetleri konusunda herhangi bir çalışma yoktu… Dolayısıyla ailesini katlettikten sonra intihar eden eşler gibi güncel bir konuda herhangi bir bilgiye rastlamak da mümkün değildi…
Belki de bu yönde süren ya da bitmiş çalışmaları vardır, ama bilinmeyen, görülmeyen çalışmaların da topluma ya da bireye ne yararı var…
VE GEÇMİŞTE DEFALARCA GÜNDEME GETİRDİĞİM İÇİN HATIRLADIM: ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ’NDE KADIN ARAŞTIRMALARI MERKEZİ KURULMASINA 2013’E KADAR ÇEKİMSER KALINMIŞTI…
Bursa Uludağ Üniversitesi’nin Kadın Araştırma Merkezi geçmişi 10 yıllıktır… İstanbul Üniversitesi’nde 1989, Ankara Üniversitesi’nde ise 1993 yılında kurulmuştu. Onları çok sayıda üniversite izlemişti. Üniversitelerdeki Kadın Araştırma Merkezleri ciddi araştırmalara ve uluslararası yayınlara, kitaplara imza atarken Uludağ Üniversitesi bu alandan uzak durmuştu… 2000’li yıllarda dönemin Rektörü Prof. Dr. Ayhan Kızıl kurulmasına karşıydı. Yaptığımız bir söyleşide kadın merkezi kurulmasını ayrımcılık olduğunu net bir şekilde belirtmişti. İşin ilginç tarafı bir sonraki rektör de aynı fikirdeydi… Aynı cümleleri kurmuştu…
2013’TEKİ UKAM’DAN 2021’DEKİ BUKAM’A…
Uludağ Üniversitesi (BUÜ) Kadın Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (UKAM) Prof. Dr. Kamil Dilek’in rektör olduğu dönemde; 18 Temmuz 2013’te kurulmuştu…
Prof. Dr. Ahmet Saim Kılavuz’un Rektör olduğu dönemde, 19 Haziran 2021 tarihinde ise UKAM nitelik değiştirerek
“Kadın ve Aile Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi “ne (BUKAM) dönüşmüştü.
NE DEĞİŞMİŞTİ?
Aynı tarihte Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmeliğin 5. Maddesine göre merkezin amaçları şöyle:
a) Temel hak ve özgürlükler çerçevesinde kadınların haklarını koruyarak, insan haklarına ve hukuka saygının gelişmesine ve sağlamlaştırılmasına katkıda bulunmak.
b) Kadının aile içindeki önemini ve gücünü vurgulamak.
c) Kadını ve aileyi içine alan eğitim, din, sağlık, hukuk, sanat, spor, medya gibi her konuyu çalışma sahası olarak ele almak.
ç) Kadın ve aileye yönelik olarak Üniversite ile birlikte diğer kamu kurum ve kuruluşlarının ve Merkezin amaçları ile kendi amaçları örtüşen sivil toplum kuruluşlarının yapacağı akademik faaliyetleri desteklemek.
d) Kadınların aile içinde, ekonomik, kültürel ve sosyal hayatta gelişimini destekleyerek üretken bireyler olmalarını sağlamak.
e) Kadınların yaşam boyu eğitimlerini desteklemek.
f) Dezavantajlı bölgelerde yaşayan ve dezavantajlı konumda olan kadınlar ve ailelerinin aktif yurttaş olmalarını desteklemek ve sivil toplumdaki katılım ve temsilini arttırmak.”
BUKAM’IN KADIN SORUNSALINA YETERİNCE EĞİLMEDİĞİNİ DÜŞÜNÜRKEN… BİRDEN SURİYELİ GÖÇMEN KADIN MEVZUSUNA TAKILDIM!.. GÖÇMEN!... ONLAR GÖÇMEN DEĞİLDİ Kİ! GEÇİCİ KORUMA ALTINDAKİ SIĞINMACILARDI!
Bu arada… BUKAM’ın Suriyeli Göçmen Kadınların Güçlendirilmesi projesine gelince…
Hukuki anlamda çok ciddi bir kavram karmaşası var…
Proje yürütücülerine baktım, eğitim, sağlık ve spor bilimleri ağırlıklı…
BUÜ’nün İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi (İİBF) Uluslararası İlişkiler Bölümü bulunuyor…
“Bir sorun bakalım, ne diyecekler?”
GÖÇMEN, SIĞINMACI, GEÇİCİ KORUMA ALTINDAKİ SIĞINMACI, MÜLTECİ: FARKLI STATÜLERDİR!
Türkiye’deki Suriyeliler göçmen ya da mülteci değildir. Sığınmacıdır. Göçmen, sığınmacı ve mültecinin hem Türk hukukunda hem de uluslararası hukukta statüleri tamamen farklıdır…
Türkiye imzaladığı uluslararası anlaşmalara göre sadece Batı ülkelerinden Türkiye’ye gelenlere uluslararası mülteci statüsü tanır.
Diğer ülkelerden gelenler sığınmacı statüsündedir.
Göçmene gelince 1934 tarihli İskan Kanunu'nun ilgili maddesi gereğince, 1989 yılında ve öncesinde Türkiye'ye göç eden Bulgaristan Türkleri, Türkiye devleti tarafından kolaylıkla göçmen olarak kabul edilmiş ve Türk vatandaşlığı almıştır…
Yani siz akademi olarak Bulgaristan’dan gelen dili bir, özü bir soydaşlar ile Suriyeli sığınmacıları aynı statüye koymuşsunuz…
Savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriyeliler için özel Geçici Koruma Altındaki Sığınmacı statüsünde bir yasa çıkartılarak ücretsiz sağlık ve eğitim haklarından yararlanmaları sağlanmıştı.
PROF. DR. SİBEL ÖZEL: “SIĞINMACILARLA İLGİLİ MESELELERDE KAVRAMLARIN DOĞRU KULLANILMASI GEREKMEKTEDİR”
İstanbul Barosu Staj Eğitim Merkezince düzenlenen ‘Türkiye’de Bulunan Suriyelilerin Hukuki Statüsü’ başlıklı seminerde Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Sibel Özel Uluslararası Koruma ve Geçici Koruma Kavramları konusunda şu açıklamaları yapmıştı:
“Sığınmacılarla ilgili meselelerde kavramların doğru kullanılması gerekmektedir. Uluslararası ve ulusal hukukta kullanılan kavramlar belli kategori yabancıları kapsamakta ve onların hak ve borçlarını belirlemektedir.
Mülteci kavramı 1951 Birleşmiş Milletler Sözleşmesinde tanımlanmıştır.
Türkiye bu Sözleşmeyi coğrafi çekince ile kabul etmiş, dolayısıyla sadece Avrupa’da meydana gelen olaylar nedeniyle Türkiye’ye sığınanlar için bu statüyü uygulamıştır.
Aynı tanım Avrupa dışı ülkelerden gelip Türkiye’ye sığınanlar için şartlı mülteci olarak ifade edilmektedir.
Göçmen ise ekonomik nedenlerle bir ülkeye gidip yerleşmek isteyen kişiyi ifade etmektedir.
Ancak bu terim bizim hukukumuzda İskân Kanunda özel olarak farklı bir şekilde tanımlanmıştır.
Geçici koruma kavramı ise ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye dönemeyen acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak gelen yabancıları ifade etmektedir. Suriyeliler mülteci ya da göçmen değil, geçici koruma altında kişilerdir.”
Özetle; “Geçici koruma altındaki Suriyeli sığınmacı kadınların güçlendirilmesine yönelik çalışma yürütmek doğru bir iştir…”
Ama projede sığınmacıların göçmen olarak nitelendirmek ciddi bir kavram karışıklığıdır. En azından şimdilik öyledir!