?>

Yüz yıllık yalnızlık

Yüksel ÇİLİNGİR

15 saat önce

Yüz yıllık yalnızlık.. Gabriel García Márquez’in bu kitabını uzun yıllar önce okudum. Okuduğumda büyülü bir dünyada hissetmiştim kendimi. Aklımda kalan ise gözleri görmeyen, ama evin içinde sanki her noktayı görüyor gibi hareket eden, arada toprak yiyen yaşlı bir kadın. Kafamda canlanan ev sanki içinde yaşamışım gibi aklımda.

 

Kitabın Netflix’te dizi film olarak yer aldığını öğrenince hemen o dünyaya daldım. Hayalle gerçeğin bir arada tek bir gerçeklik olarak yaşandığı yüz yıllık hayat akışına. Hayalle gerçek... Aslında hepsi tek bir gerçeğin parçaları değil mi? Ne gerçek üstü ne de fantezi.. O nedenle büyülü gerçek tarifi tam uyuyor bu hikayeye. 

 

Kitabın başlarında Jose Arcadio Buendia, erkekliğine dil uzatan Prudencio’yu düelloda öldürüyor. Ama öldürmekle kurtulamıyor ondan. Zira Prudencio’nun hayaleti evde, sokakta her yerde onun ve karısı Ursula’nın karşısına çıkıyor. Kitapta bunun gibi pek çok örnek var.. İnsanın okurken ya da filmde izlerken içi titriyor, ama irkilmiyor. Zira günlük hayatımızda da kafamızın içinde hep bir şeylerle yüzleşmiyor muyuz?

 

Prudencio’nun hayaletinden kurtulma isteği, Arcadio’nun uzaklara göç etmesine ve yanında gelen genç ailelerle Macondo köyünü kurmasına vesile oluyor. Ve o köy büyüyor büyüyor. Tabii bir yandan da Macondo üzerinden kapitalizm ve din sömürüsünün dünyayı nasıl esir aldığını izliyoruz. Güç ve korkunun nasıl iç içe olduğunu da.. 

 

Arcadio’yu dünyadan koparıyor hayal kırıklıkları. Ve sonunda evin avlusunda ağaca bağlanmış görüyoruz onu. Rahip soruyor, neden seni böyle bağladılar? Deli olduğum için diyor. Onu deli eden, isyan duygusu. İnsanların gerçeklere kapalı, olan bitenlere duyarsız oluşuna katlanamıyor. Bu duyarsızlık o kadar derin ki, kasaba halkı zamanla unutma hastalığına yakalanıyor. 

 

Bir de Çingene bilge Melquiades var. Liderlik ettiği panayır grubuyla her geldiğinde yeni icatlar getiriyor.İlk fotoğraf makinası da bunlardan biri. Melquiades onu zamanı durduran cihaz olarak anlatıyor. Eski fotoğraflara bakıyorum. Her seneden bir tane ya var ya yok. Dolayısıyla her fotoğrafta gözlerimizin içinde sanki koca bir senenin izi var. Kendi gözlerime bakıyorum. Böyle bir hayat öngörüyor muydu acaba fotoğraftaki çocuk? Ne kadarını kendisi seçti? Ya da seçtiğini sandı?

 

Arcadio’nun oğlu dünyaya gözleri açık gelen, önsezileri güçlü bir çocuk. Ama o bile büyüdükçe bir şeylerin esiri olmuş gibi. Bunları düşünürken aklıma Matrix filminde Neo ile ona şeker uzatan kahinin konuşması geldi: 

 

- Şeker?

- Alacağımı zaten biliyor musun?

- Bilmesem kehanet olmazdı.

- Ama zaten biliyorsan nasıl seçim yapabilirim?

- Çünkü buraya seçim yapmaya gelmedin. Onu zaten yaptın. O seçimi neden yaptığını anlamak için buradasın.

 

Jose Arcadio Buendia yola çıkarken, annesi nereye giderseniz gidin kaderinizden kurtulamayacaksınız demişti. Nitekim Macondo ile beraber büyüyen ailesinde ayrılıklar ve zamansız ölümler peşini bırakmadı. Sonunda da öldürdüğü Prudencio ile yan yana ahirete yürüdü.  

 

Peki, siz yüz yıl kadar geriye baktığınızda neler görüyorsunuz?

 

Sevgiyle kalın.

YAZARIN DİĞER YAZILARI