Akşener'in açıklamalarından satır başları şöyle:
Bursa'daki patlama sonucu 1 şehidimiz, 4 yaralımız var. Şehidimize Allah'tan rahmet diliyorum.
Bay Kriz'in konuşmaya doyamadığı bir haftayı daha geride bıraktık. Biliyorsunuz kendisi beceriksizliklerinin üstünü örtmek için sürekli olarak konuyu geçmişe getirip dikkat dağıtırdı. Ama bu sefer farklı bir şey oldu. Enflasyon son 20 yılın zirvesini gördü. Faiz sebep enflasyon sonuç döngüsü ellerinde patladı. İşte o nedenle artık baktı olmuyor dikkati geleceğe çevirmeye başladı. 2023'ten bahsetti, yetmedi 2053'ten bahsetti, yetmedi 2071'den bahsetti.
Milletimiz bugün taneyle domates alıyor. Bay Kriz 2053'te lojistiğimiz harika olacak diyor.
Hedef 2023'tü değil mi? Neler vadediyorsun neler. Mesela kişi başına düşen milli gelirimiz 25 bin dolar olacaktı.
Bay Kriz Anayasa'yı değiştireceğim demişti, değiştirdi. 2023 hedeflerini tutturamadı ama mesela saray yapacağım dememişti, onu gerçekleştirdi. Millet çile çekerken ben 500 milyon dolarlık uçakla gezeceğim dememişti, hamdolsun onu da gerçekleştirdi.
Bugünün Türkiyesi'nde millet ekmek, yağ kuyruğunda bekliyor. Evinde battaniyeye sarılarak oturuyor.
Sayın Erdoğan biz senin bu masallarını çok dinledik ama artık anladık ki sen bütün bunları Türkiye için bir vizyon olarak değil, iktidarını ayakta tutmak için söylemişsin. Milletimize düpedüz yalan söylemişsin. Milletçe artık bu masallardan bıktık usandık. Madem hala anlatacak yalandan bir vizyonun var, o zaman hodri meydan. Getir sandığı kararı milletimiz versin.
Geçenlerde Afrika ülkesi Zambiya ile bir anlaşma imzaladılar. İmzaladıkları anlaşmada "gemilerle karşılıklı liman ziyareti yapılması." Yani Türk gemileri ile Zambiya gemileri karşılıklı limanları ziyaret edecek. Ortada küçük bir sorun var. Zambiya'da liman yok.
Rodos’a 40 bin asker yığıp, gözünü İzmir’imize diken, faşist Mussolini’nin, küstah elçisi, Gazi’yi ziyaret eder. Elçi görevlilere, “İzmir’i alarak, Asya’ya ayak basmaktan” bahseden Mussolini’nin, mesajını aktarır. Gazi, “Söyleyin, yarın sabah gelsin, cevabımı vereyim.” der. Ertesi sabah Atatürk, kabul salonuna, Mareşal üniforması ve çizmeleriyle girer. Bunu gören elçinin, nutku tutulur. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, elçiye şöyle seslenir; “Söyle o koca herife; O, 40 bin askerle, İzmir’i alamaz. Ama ben, 4 bin askerimle, Roma'ya girerim.”
Sonra ne olur biliyor musunuz? Mussolini açıklamasını yeniler ve der ki; “Ben Asya’ya ayak basmaktan bahsettim. Türkiye Avrupalıdır.”
İşte devlet yönetmek, bu kadar ciddi bir iştir. Türk Devleti’ni yönetmek; çiftçinin derdini, gözünün içine bakarak dinlemektir. Köylüyü efendi görmektir. Kadınlara hürmettir. Çocukların yanında eğilmek ama hadsizin karşısında da, dimdik durmaktır. Biz Atamızdan böyle gördük. Biz şanlı tarihimizden böyle bildik.
KAŞIKÇI DAVASININ NAKLİ
Ama AK Parti iktidarının kafası, öyle bir kafa ki; başkaları tak diye emrediyor, bunlar şak diye yerine getiriyor. İhracatla büyüyeceğiz, zengin olacağız diyorlardı, meğerse, dava ihraç edeceklermiş… Trump emrettiğinde, rahibi nasıl ihraç ettilerse, Suudi prens emredince de, Kaşıkçı davasını, jet hızıyla ihraç ettiler.
Geçen hafta katıldığım bir televizyon programında sormuştum. Buradan bir kez daha soruyorum: Bay Kriz; Kaşıkçı davasını, kaça sattınız? Türkiye sınırlarında işlenmiş, bir cinayetin davasını, yani devletin egemenlik hakkını, kaça devrettiniz?
Geçmişini bilmeyen, bugünü de, yarını da koruyamaz. Tarihinden feyz alamayan, icap ettiğinde dik duramaz. Dünyada para bolken, 20 yıl iktidar oldular, ama bir türlü devlet insanı olamadılar. Sorumluluk almak yerine, beceriksizliklerini, faiz lobilerine, üst akıllara, dış güçlere havale ettiler. Orayı kurutunca, bu defa da, vatandaşa sardılar.
Kendilerinden başka, herkes suçlu oldu. Muhalefetinden, gazetecisine, öğrencisinden, öğretmenine, esnafından, işçisine, memurundan, emeklisine herkes terörist oldu, hain oldu, nankör oldu. Herkes mutlaka suçlu oldu, ama Ak Parti, hep ak kaşık kaldı. 20 yılın sonunda, bugün geldiğimiz noktada ise; tutunacak dalları, üfürecek bahaneleri, suçlayacak kimseleri kalmadı.
Buradan bir kez daha hatırlatıyorum; İlk sandıkta, kim suçlu, kim suçsuz göreceğiz. Sandık gelecek, milletimizin çelikten iradesi, Türkiye’nin düşürüldüğü durumun faturasını, gerçek sorumlusuna kesecek. Hiç kimse merak etmesin. Türk devleti de, Türk milleti de, çaresiz değildir. Türkiye, bu ciddiyetsizliğe, bu utanmazlığa mahkûm hiç değildir. Bu memleketin liyakatli kadroları, fedakâr evlatları var. Bu milletin İYİ Parti’si var. Biz varız, biz hazırız. Ve Allah’ın izniyle Ak Parti’nin neden olduğu enkazı, mutlaka kaldıracağız.
Bugün ülkemizde gençler; kendilerine dair, acı bir değersizlik hissiyle, yarına dair, derin bir öngörememe hâliyle, ülkemize dair, korkunç bir umutsuzluk iklimiyle, mücadele ediyorlar.
Yurt dışındaki yaşıtlarıyla, eşit koşullarda başlayamadıkları hayat parkurunda; gösterdikleri çaba da, özveri de, emekleri de yok sayılıyor. Yok sayılmamak için yürüttükleri mücadelede ise; destek beklerken, köstekle, yardım beklerken, engelle, empati beklerken, nobranlıkla, sevgi beklerken, nefretle karşılaşıyorlar.
Daha, onların gerçeklerinden bile haberdar olmayanların bayat tavsiyelerini, bitmeyen nasihatlerini dinliyorlar. Ama dertleri, endişeleri dinlenmiyor. Fikirleri, çözüm önerileri önemsenmiyor. Herkesin kürsülerden, onlar hakkında, atıp tutmaya bayıldığı bir ortamda; mikrofon bir türlü, onların eline geçmiyor.
İşte, tam da bu nedenle; bu anlayışa, “dur” demek için, gençlerin sesini kısan buyurganlığa, son vermek için, “Bol nasihat, sıfır icraat” devrini bitirmek için, “Gençler için, gençlerle beraber” diyerek, genç arkadaşlarımızla buluşuyoruz.
Ancak alışılmışın aksine; soruları onlar değil, ben soruyorum. Onlar konuşuyor, ben dinliyorum. Onlar anlatıyor, ben öğreniyorum. Söyledikleri doğrultusunda; hem biz, İYİ Parti olarak, çözümlerimizi hazırlıyoruz hem de, Yüce Meclisimizin kürsüsünden, onların sesini duyuruyoruz.
Sevgili gençler; Onlar duymasa da, biz duyuyoruz. Onlar dinlemese de, biz dinliyoruz. Onlar umursamasa da, biz önemsiyoruz. İktidarın yürüttüğü kutuplaştırma siyaseti; sizlerin üzerinde işlemiyor, biliyoruz. Çünkü sizin ortak dertleriniz var. Güvencesizlik, hepinizin derdi. İfade özgürlüğü, hepinizin derdi. İşsizlik, hepinizin derdi. Fırsat eşitliği, hepinizin derdi.
Bu dertlerin etrafında, birleştiğinizi gören iktidar mensupları; sizi kendi aranızda bölemediği için, toplum ile aranıza, set çekmeye çalışıyor. Sizi şımarık ilan etmeye, dışlamaya, yok saymaya çalışıyor. Ama sizin, yaşadığınız onca şeye rağmen, ülkenize faydalı olmak için, çok çabaladığınızı görüyorum. Bu çabanın sizi çok yorduğunu, üzdüğünü ve bunalttığını görüyorum.
Ama önümüzde, sadece 1 yıl kaldı. Üniversitelerin, işsizliği 4 yıl öteleyen kurumlar olmaktan çıktığı günlere, 1 yıl kaldı. Güvenliğinize dair kaygılarınızın, son bulduğu günlere, 1 yıl kaldı. Demokrasinin, hukukun üstünlüğünün, adaletin, tam ve kâmil uygulandığı günlere, 1 yıl kaldı. Geleceğinize umutla baktığımız günlere, 1 yıl kaldı. Memleketimizin medeniyet yolundaki taşlarını, birlikte döşeyeceğimiz günlere, 1 yıl kaldı. El ele, kol kola, hep beraber, ülkemizin geleceğini inşa edeceğimiz günlere, inanın çok az kaldı!
Sizce bugün, memleketimizde adalet var mı? Sizce bugün, memleketimizde hukuk var mı? Sizce bugün, memleketimizde hakkı koruyan var mı?
Bugün hepimiz, bu soruları maalesef üzülerek, utanarak 'hayır' diye cevaplıyoruz. Bugün, memleketimizde bir hükûmetin olmadığını maalesef görüyoruz. Peki hükümet yoksa, ne var? Kendisini kanundan ve milletten üstün gören, bir tek adam var.
Ucube sistemini, memleketimize dayatmaya çalışan, bir beceriksizlik abidesi var. Vatan toprağını kupon arazi olarak gören, bir kabile reisi var. Memleketimizde dokunduğu her yeri, tarumar eden, bir Bay Kriz var.
Ankara hükûmetinin, Damat Ferit kabinesine dair, eleştirdiği ne varsa, bugün, Beştepe’de yaşanıyor. Devlet egemenliğini, tek bir kişiye ve onun taşeronlarına emanet eden, bu ucube sistem; hayatımızın her alanında bizi fakirleştiriyor, sömürgeleştiriyor. Güvensiz ve itibarsız kılıyor. Bunun nedeni ise, AK Parti iktidarı eliyle, Müdafa-i Hukuk’tan, Müdafa-i Erdoğan anlayışına, dönmemizde yatıyor.
Ülkeyi idare eden iktidarın, vatandaşın hukukunu koruması beklenirken; maalesef bugün, ülkemizde, hukuk, iktidarı korur hâle geldi. Bay Kriz ve arkadaşları, her konuda olduğu gibi adaleti de, kendilerine göre eğip, büktüler.
Nitekim geçtiğimiz günlerde, bunun en acı örneğinin, yıl dönümüydü. Ülkemizde adaletin, yok oluşunun yıl dönümüydü… Ülkemizde hakkın, yok sayışılışının yıl dönümüydü… 16 Nisan 2017’de, ülkemizi ucube bir sisteme hapseden, hukuksuzluğun yıl dönümüydü.
Bugün artık Sayın Erdoğan işine geldiğinde, Cumhurbaşkanı kimliğiyle, meydanlarda, işine geldiğinde, AK Parti Genel Başkanı kimliğiyle, meclis kürsüsünde; istediğine hakaret ediyor, istediğini tehdit ediyor.
Ama fikrini, derdini, düşüncesini söylemek isteyen kim varsa ya nankör oluyor, ya terörist oluyor, ya da vatan haini oluyor. O, AK Parti Genel Başkanı olarak, siyaset yapıyor ama ona cevap veren vatandaş, Cumhurbaşkanı’na hakaret etmiş oluyor. İşte size, bu ucube sistemin, ülkemize reva gördüğü, adalet anlayışı…
Üstelik bu çarpık sisteminin gözü; henüz 20 yaşında, gencecik bir evladımız, Alp’i bile görmüyor. Attığı bir tweeti, üstelik 15 dakika sonra sildiği bir tweeti, takip edip, 20 yaşındaki bir genci tutuklayan, adalet sistemi, nedense boy boy videoları, fotoğrafları çıkan, pudra şekercilerine dokunamıyor! Twitter’da gündem olmadan, kadın katillerine dokunamıyor! Milletin hazinesini kemiren yandaşlara dokunamıyor! Milletin hakkına giren, saray müdürlerine, danışmanlara dokunamıyor! Aleni bir şekilde, yolsuzluk yapanlara dokunamıyor!
Bu haram düzenini kuranlara da, bu adaletsiz düzenin, bekçiliğini yapanlara da, bu çarpık anlayışın parçası olanlara da yazıklar olsun! Bu milletin hakkı hepinize haram, zehir, zıkkım olsun!