CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, üniversitelerin baskı altına alınmasının genelde askeri dönemlerde yaşandığını ifade ederken, "Biz gerçek anlamda demokrasi istiyorsak üniversiteler üzerindeki baskıyı kaldırmamız gerekiyor. Benim şahsi görüşüm, partimin görüşü de böyle, üniversiteler bilim yuvaları. Üniversitelerde düşünceye sınırlama getirilmez. Üniversitelerde her türlü düşünce, beğenelim ya da beğenmeyelim, özgürce tartışılabilmeli, böyle bir özgürlük ortamı oluşmalı" dedi.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, ODTÜ öğrencilerinin kurduğu "Kadesh Agenda" dergisinin yazarı olan ODTÜ'lü gençlerle bu sabah bir araya geldi. Öğrencilerle kahvaltı yapan Kılıçdaroğlu, gündeme ilişkin gençlerin sorularını yanıtladı. Gençler, yaşadıkları, merak ettikleri sorunları CHP lideri Kılıçdaroğlu’na yönettiler.
Gençlerin yönelttiği sorulara CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun yanıtlarından öne çıkan başlıklar şöyle:
BİZİM GÖREVİMİZ ELEŞTİRİLERİ DEĞERLENDİRMEK VE DERS ÇIKARMAK: (CHP'de muhafazakar yapı) CHP içinde muhafazakar, değişime karşı çıkan bir yapı var mı?) Belki böyle bir söylem belli bir zaman dilimi içinde doğru olabilirdi, ama bugün söz konusu değil. Gerçekten de dünyadaki, Türkiye’deki değişime paralel olarak CHP de değişime ayak uydurmaya çalışıyor. Doğru, bazı eleştiriler alıyoruz ki bizim görevimiz alınan her eleştiriyi değerlendirme ve ondan ders çıkarmak. Yoksa kişi eleştirdi diye kalkıp onu eleştirmek veya ona ‘sen yanlış söylüyorsun’ demek gibi bir düşüncemiz söz konusu değil.
GENÇLERİN SİYASETE GİRMESİ BENİM EN BÜYÜK ARZUM: (Gençlerin siyasette aktif rol alması) Türkiye nüfusu genç, 2035’ten sonra Türkiye nüfusu yaşlanmaya başlayacak. Dolasıyla 2035’e kadar Türkiye’nin çok ciddi bir atılım yapması lazım her alanda. İnsan gücü, genç enerji dolan olan bir emeğin mutlaka üretime dönüştürülmesi gerekiyor önümüzdeki yıllarda. Bunun için de gençliğin siyasete girmesi lazım. Bu benim en büyük arzum. Gençler nasıl siyasete girecek? Siyasete ilgi gösterecekler, hangi partiyi kendilerine yakın hissediyorlarsa o partide görev alacaklar, milletvekili olacaklar, bu mücadelelerini yapacaklar. O zaman parlamentoda daha fazla genç sayısı olabilir. Biz gençler için kontenjan ayırdık, doğru, ayrıca bizim yüzde 33 cinsiyet kotamız var. Bunlar bizim Parti Meclisi ve Merkez Yönetim Kurulu’nda geçerli. Düşük oy alsa dahi, düşüklerin içinde en yüksek oyu alan Parti Meclisi’ne gençlik veya cinsiyet kotasından seçilebiliyor.
6 MİLYON 300 BİN GENÇ İLK DEFA SANDIĞA GİDECEK: Gençler, inandıkları bir partiye çok sayıda üye olur ve üye olduktan sonra ön seçim isterlerse gençler, ön seçimde kendi adaylarını belirleyebilirler. Cinsiyet kotasında kadın veya erkek kimi istiyorlarsa onu siyasetin üst tabakalarına taşıyabilirler. Buna biraz zorluyorum gençleri. Artı, şöyle bir avantajı daha var gençlerin, önümüzdeki seçimlerde 6 milyon 300 bin genç, ilk kez sandığa gidecek. Müthiş bir oran bu. Demokrasi, Türkiye’nin büyümesini isteyen, siyasetin etik değerler üstünde büyümesi, gelişmesini isteyen, Türkiye’nin içinde bulunduğu bu karabasan tablodan çıkmasını isteyen gençler için olağanüstü bir fırsat. Dolasıyla önümüzdeki seçimlerde 6 milyon 300 bin genç, sandığa gidip nasıl bir Türkiye istediğini göstermeli. Ben inanıyorum, gençler yapacak bunu.
ÜNİVERSİTELER BİLİM YUVALARI, DÜŞÜNCEYE SINIRLAMA GETİRİLMEZ: (Atamalar, öğrencilere yönelik baskılara, YÖK’ün kaldırılması istemine ilişkin yönetilen soruya): Güzel bir soru. Eğer biz bu ülkeye gerçek anlamda demokrasiyi getirmek istiyorsak, bu ülkede insanlar düşüncelerini özgürce ifade etmek istiyor ve siyaset kurumu da buna evet diyorsa yapacağımız ilk şey, Türk hukuk sistemini, darbe hukuk sisteminden arındırmak. 12 Mart, 12 Eylül, 20 Temmuz dönemi olabilir, OHAL dönemlerinde çıkan ve toplumu cendereye sokan hukuk kurallarından, hukuk sistemini arındırmak lazım. YÖK ne zaman geldi? 12 Eylül askeri dönemde geldi. Üniversiteleri terbiye etmek üzere geldi. Üniversitelerde bir şey olursa YÖK devreye girecek. Asacağım, keseceğim diyecek ve üniversiteleri belli bir kalıbın içine sokacak. Biz gerçek anlamda demokrasi istiyorsak üniversiteler üzerindeki baskıyı kaldırmamız gerekiyor. Benim şahsi görüşüm, partimin görüşü de böyle, üniversiteler bilim yuvaları. Üniversitelerde düşünceye sınırlama getirilmez. Üniversitelerde her türlü düşünce, beğenelim ya da beğenmeyelim, özgürce tartışılabilmeli, böyle bir özgürlük ortamı oluşmalı. En aykırı düşünceler bile rahatlıkla dile getirilebilmeli. Kimse en aykırı düşünceyi dile getirdi diye üniversiteden atılmamalı, gözaltına alınmamalı, hapse atılmamalı. Çünkü düşünceden korkan bir siyaset kurumu kendi ülkesine bir yarar getiremez. Ancak düşüncenin çeşitliliği, fazlalığı ve düşünce bahçesinden bir şeyler devşiren siyaset kurum ülkesine bir artı kazandırabilir.
YÖK’ÜN KALDIRILMASI LAZIM: YÖK’ün kaldırılması lazım. Kaldırıldıktan sonra her şey düzeliyor mu? Hayır. Üniversitelerin kendi kültürünü oluşturabileceği bir atmosferin oluşturulması lazım. ODTÜ, bizim köklü, gelenekler olan üniversitelerimizden birisi. Siz, üniversiteyi üniversite yapan sadece adına Orta Doğu Teknik veya İstanbul Teknik, Boğaziçi, Karadeniz Teknik demekle olmuyor. Üniversite bir akademik kadrosu var, öğrencileri, kampüsü, ayrı bir atmosferi var. Orada çalışanları var. Üniversite ayrı bir dünya ve dünyayı geliştirmek üzerine kurulan kurumlar bunlar. Üniversite, kendi rektörünü kendi seçebilmeli. Öğrencilerin, üniversite yönetiminde söz sahibi olmaları lazım. Üniversiteleri kendi kültürlerini oluşturdukları zaman da siyaset kurumunun müdahale edemediği bir atmosfer çıkar ortaya. Derki, ‘bizim üniversitenin kültürü bu. Biz rektörümüzü böyle seçiyoruz. Şöyle şöyle kurallarımız var. Biz bu kurallarımızı sürdüreceğiz.’
ÜNİVERSİTELERE BASKI BUGÜN DE VAR: Üniversiteler üzerine baskılar hep askeri dönemlerde olmuştur. Bugün de var. En tipik örneği, Boğaziçi Üniversitesi. Oraya rektör olarak atanan bir kişinin hala rektör olarak görevini yapmış olması, böyle ki ‘100 gün sonra hocalar artık bana sırtını dönmezler, vazgeçerler, biz beraber yolumuza devam ederiz’ diye. Bir düşünce en azından akademik atmosferle bağdaşmaz. Bu düşünceden Türkiye’nin kurtulması lazım. İtiraz edenin gerekçesi dinlenmesi lazım. Karamsar değilim, YÖK kalkacak.
ASKERİ DÜNYADA SİYAH VE BEYAZ VARDIR, GRİ YOKTUR: (Vicdani ret’e ilişkin yöneltilen soruya) Ordusu olmayan dünyada hiçbir ülke yok. En küçüğünden en büyüğüne kadar her ülkenin bir ordusu var. Ordu ne demektir? Vatan savunması, bir yerden bir tehlike gelirse kendi ülkesini, vatanını korumak için. Koruyan unsurlar kim, ağırlıklı olarak erkekler. Ordunun kuralları var, bu kurallar ülkeden ülkeye değişmez. Emir komuta zinciri vardır, komutana itiraz edilmez, sivil hayatla askeri hayat arasında çok büyük farklılıklar vardır. Askeri dünyada siyah ve beyaz renk vardır, gri renk yoktur. Bir insan ya dosttur ya düşman. Sivil hayatta öyle değil, siyah ve beyaz alanlar çok daha dar, gri alan çok daha fazla.
SİYASET KURUMU, HER DÜŞÜNCEYE KULAK KABARTMAK DURUMUNDA: Vicdani ret, son yıllarda ağırlıklı olarak gündeme gelen bir olay. Kamuoyunda tartışılabilir. Belli bir olgunluğa ulaşabilir. Siyaset kurumu bu çerçevede değerlendirebilir, dikkate alabilir. Ama dediğim gibi, bunun belli bir olgunluğa ulaşması lazım. Vicdani rette bulundu veya onu savundu diye insanları tutuklamak, gözaltına almak, onları düşmanlaştırmak asla doğru değil. Her düşüncenin kendi içinde saygınlığı vardır. Siyaset kurumu da her düşünceye kulak kabartmak durumundadır. Bir haklılığı var mıdır, yok mudur diye. Bu çerçevede olayın değerlendirilmesinden yanayım.
DIŞ POLİTİKANIN 180 DERECE DEĞİŞMESİ LAZIM: (Türkiye’nin dış politikası, Eurovision Şarkı Yarışması) Bugün izlenen dış politikanın 180 derece değişmesi lazım. Bu dış politika Türkiye’yi dünyada yalnızlaştırdı. Sadece Avrupa’da, Uzak Doğu’da değil, Ortadoğu coğrafyasında da Türkiye yalnız kaldı. İzlenen dış politikanın bize faturası çok ağır oldu. Doğu Akdeniz’deki karbon yataklarının çıkarılması Türkiye’nin Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na dahil edilmemesi, KKTC’nin burada dikkate alınmaması, bizim haklarımızın teslim edilmemesi. Mısır, Yunanistan, Filistin, Ürdün, İsrail’in Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nda bir araya gelmeleri ve bizim burada söz sahibi olmamamız çok büyük kayıplar doğuruyor aslında. Bu nedenle bu politikanın değişmesi lazım.
GÖNÜL İSTER Kİ CANNES FİLM FESTİVALİ'NE ÇOK SAYIDA YÖNETMENİMİZ GİTSİN: Eurovision Şarkı Yarışması, olur, niye olmasın. Aslında Türkiye’nin çekilmesi, Türkiye’nin ayıbıdır. Sanatçılarımız gidecek orada, şarkılarını, türkülerini söyleyecekler. Ülkeler oy verecek, birisi kazanacak. Bu bir yarışmadır. Burada Türkiye’deki sanatçıların uluslararası yarışmalara katılmaları, ödül almaları bütün dünyada adının duyulmasına yol açar. Buna dış politikada yumuşak güç deniliyor. Bir silahlı gücümüz var, bir de dünyada saygınlık kazanırsanız. Bir yazarınızın Nobel Ödülü alması, bunun kitabının bütün dünyada tercüme edilip yayınlanması Türkiye’nin yumuşak gücünü gösterir. Bir sinema filminizin dünyanın bütün ülkelerinde gösterilmesi olağanüstü bir olaydır. Bir piyanistinizin dünyanın pek çok ülkesinde konser vermesi olağanüstü bir şeydir. Türkiye’yi aslında dünyaya tanıtacak olan da budur. Siz şimdi şarkı yarışmasından çekiliyorsunuz, aklın alınacağı şey değil. Sanatçılar gidecek orada, diğer sanatçılarla birlikte yarışacaklar. Buradan çekildik, bu tamamen sanattan ve kültürden korkmaktan kaynaklanıyor. Oysa sanat ve kültür insanın doğasında olan bir şeydir. Eurovision Şarkı Yarışması’na Türkiye girmeli. Sadece ona değil ne kadar çok yarışma. Mesela Cannes Film Festivali olur, gönül ister ki Cannes Film Festivali’ne sadece bir iki sinema yönetmenimiz değil çok sayıda yönetmenimiz gitsin.
DEDİM Kİ, LİDERLER GELSİN, İLK NASIL AŞIK OLDUKLARINI, NASIL EVLENDİKLERİNİ ANLATSINLAR: (Kılıçdaroğlu’nun bayram anısı): Gazeteci arkadaşlara şöyle bir teklif yaptım, bundan bir, bir buçuk yıl önce. Dedim ki, ‘Ya siyasi partilerin liderlerine şöyle bir çağrı, davet yapsanız, bütün liderler gelsinler, herkes çocukluk anılarını anlatsın, siyaset yasaklansın, ilk nasıl aşık olduğunu, nasıl evlendiğini, okula giderken duyduğu ilk heyecanı, başından geçen kötü, güzel işleri anlatsın.’ En azından kamuoyu bizi dinlerken bunlar da insanmış desin. Bunlar da aşık olabiliyor, ağlamışlar, aç kalmışlar, mutlu günleri olmuş. Yani kendi hayatımızı anlatalım bir anlamda.
7 KARDEŞİZ, RAHMETLİ BABAM, 7 AYAKKABI ALACAK, MÜMKÜN DEĞİL: Yetiştiğim coğrafyada bayramı samimi olarak yaşadığım yer Bingöl’ün Genç ilçesi. Orada ilkokulu bitirdim, ortaokulu okudum. Güzel, çok şirin bir ilçeydi. Arefe günü heyecanlanırdık. Babamız bize yeni elbise, ayakkabı almazdı ama ertesi gün bir heyecan duyardık. Bayram olacak, arkadaşlarla buluşacağız diye. Şimdi düşünüyorum da rahmetli babam 7 kardeşiz zaten. 7 ayakkabı alacak, mümkün değil zaten bir şey yapması. Ona rağmen memur olduğu için düzenli bir geliri vardı. Ama düzenli geliri olmayan ailelerin çocukları da vardı. Şeker toplardık, elimizde birer küçük torba olurdu, kapıları çalar, bayram kutlaması yapar, onlar da bize şeker verirdi. Eğer bir aile bize şeker değil de para verirse o olağanüstü bir avantajdı bizim için. Para almak ne kadar güzel bir şeydi. Bu paralar bizim için çok büyük ama bugünkü değeri çok küçük olan paralardı. Çocuk olarak öyle bir dünyamız vardı. Diğer arkadaşlarla beraber bir araya gelirdik. Oturur sohbet ederdik. Ateş yakardık, etrafında otururduk, şakalaşırdık, böyleydi. Küçük bir dünyamız vardı ama sıcak, samimi güzel bir dünyamız vardı.
GİZLİ GİZLİ KİTAP OKURDUM: Okumayı çok severdim, ama annem ve babam kızarlardı, ‘Fazla okuma, gözlerin bozulur’ diye. Ben de tabii o zaman elektrik yok, yatmaya giderken gaz lambasını yanımda götürürdüm. Gizli gizli kitap okurdum. Şimdi düşünüyorum, biz de çocuklarımıza aman şunu aman bunu oku diye söylüyoruz. Sizin de ileride anlatacağınız güzel anılar olacak tabi.
BAYRAM TEBRİKİ
Gençler, CHP lideri Kılıçdaroğlu'na sorularını yanıtladığı için teşekkür ederken Kurban Bayramı'nı kutladılar. Kılıçdaroğlu da gençlere, "Ben de bayramınızı kutlarım, ailelerinize çok selamlarımı, saygılarımı iletirseniz çok mutlu olurum. Ayrıca tabi, üniversitede okuyorsunuz, güzel bir üniversitede. Üniversite öğrencisi olmak güzel bir şey. Gelip de Ankara Akademi'de birinci sınıfa başladığımda farklı bir dünya ile karşılaştım. Düşünün küçük bir kentten geliyorsunuz, tanımadığınız yüzlerce arkadaşla bir araya geliyorsunuz. Bir süre sonra dostluklarınız oluyor. Güzel bir dünya, bu dünyanın kıymetini bilin, öğrenciliğin kıymeti çok güzel" diye karşılık verdi.