Aşk, Sınırlar ve Gerçeklik

Yaklaşan 14 Şubat Sevgililer Günü vasıtasıyla aşktan bahsetmek, varlığı ve yokluğu ile bize pek çok duyguyu yaşatan aşkın bileşenlerine değinmek istedim.

Aşk, Sınırlar ve Gerçeklik

Aşkın tanımını yapmak zor olsa gerek ki, aşk konusu gündeme geldiğinde her birimiz farklı duygular hatırlıyor, kendimize göre tarif etmeye çalışıyoruz. Gerçekten aşk neydi? Aşık olunca neler yaşanırdı ve meşhur soru: “Hiç aşık olmuş muyduk?” Tüm bunların cevabı aşkı yaşayan kişide saklıydı. Bununla beraber ortak bilinen bir şey vardır ki; sevginin karşıdaki kişiye yöneltildiği, bu kişinin yüceltilerek tüm kusurlarının görmezden gelindiği, hiç ayrılmayacakmış gibi sözlerin verildiği ve tutumların sergilendiği, duygusal, bilişsel süreçlerin de eşlik ettiği karmaşık bir durumdur aşk. Geçici olduğunu bildiğimiz bu süreçte kalbimiz değil, beynimiz ana rolü oynar. Dopamin, noradrenalin, serotonin gibi hormonların değişimi ile bu dönemde daha güçlü hissedip, az yorulur ve uyur, iştah kaybı yaşarız. Zihnimiz çoğu zaman aşık olduğumuz kişi ile meşguldür. Tüm bu yaşananlar bir gün sona erdiğinde ise, karşıdaki kişiye aktardığımız ve yüklediğimiz her ne varsa, bunların yerine gerçek olan ortaya çıktığı zaman, önemli olan olgun sevgiyi oluşturabilmektir. Olgun sevginin bileşenleri, saygı, bağlanma ve güven duygusudur.
Bağlanma ve güven duygusuna değinmişken, ilk aşktan söz etmemek olmaz. Dünyaya gözümüzü açtığımızda ilk gözüne değdiğimiz varlıktır anne, ilk aşkımızdır… Anne ya da bakım veren kişi ile güvenli bağlanmayı yaşayan çocuk, yetişkinlikte kurduğu romantik ilişkilerinde sağlıklı bağlanmalar yaşayabilir. Buna karşın ebeveyni ile bağlanma problemi yaşayan kişilerde yetişkinlik döneminde özgüven eksikliği ve değersizlik inancına rastlamak mümkündür. Yaşamın erken dönemlerinde maruz kalınan olumsuz yaşam olayları sebebi ile gelişen bu şemalar kendimizle ilgili temel inançlarımızdır.
Şemaların bize yaşattıkları duygular nedeniyle, şemalarımızı tetikleyecek insanlara aşık olabilir, romantik ilişkiler yaşayabiliriz. Bunun adı şema kimyasıdır. Şema kimyası karşılıklı yaşanır. Örneğin; değersizlik temel inancı olan bir kişi, kendisine değersiz hissettirecek birine aşık olabilir. Çocukluğunda yaşadığı bu inancı, kurduğu romantik ilişki ile tekrar tekrar kendine yaşatabilir. Sonrasında da karşısındaki bireyi suçlayıp, onun değiştiğinden, değersiz hissettirdiğinden yakınabilir. Terk edilme şeması olan bir kişi ise bağlanma sorunu yaşayan, eleştirel, reddedici, terk etme ihtimali yüksek bir kişiye aşık olabilir. Şemalar bir kehanet gibi kendilerini gerçekleştirmek için beklerler.
Aşkı ararken toplumsal öğretilerden, içerisinde bulunduğumuz kültürden etkileniriz. Aşık olmanın neler hissettireceğini hayal eder, çevremizde yaşananlardan öğreniriz. Kadın ve erkek olmanın getirdiği biyolojik farklılıklardan da yola çıkarak yaşarız aşkın sınırlarını. İlkbahar gelince ihtiyaç duyarız aşkın hissettireceklerine. “Aşık olmak istiyorum” cümleleri dökülür ağzımızdan. Sonu acı da olsa aşkı tatmak isteriz. “Aşk öyle bir şeydir ki, acısı bile güzel” diyenleri duyarız. Sanatın her dalına konu olan aşkları kimi zaman şarkılarda duyar, kimi zaman filmlerde izler, kimi zamansa kitaplarda okuruz. Aşk her yerdedir görmek istediğimizde.
Sevgimizi karşımızdaki bireye hissettirirken özel bir gün değil, elimize geçen tüm anlar fırsat olmalı. Sevginin bütünleştirici, yapıcı etkisi göz ardı edilmemeli. Karşımızdaki kişiyi sevebilmenin yolunun kendimizi sevebilmekten geçtiği unutulmayalım, sevgiyle kalalım…

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Üzgünüz ilginizi çekebilecek içerik bulunamadı...