Apolyont Gölü’nün sırları

Çok önceleri, Marmara Denizi'nin güneyinde bulunan Odryses (Mustafakemalpaşa) Çayı, Bandırma'dan denize dökülürmüş. Bugünkü Apolyont (Uluabat) Gölü de bulunmuyormuş.

Apolyont Gölü’nün sırları

Bu gölün olduğu yerde Apollonya Krallığı, Mustafakemalpaşa'nın bulunduğu yerde de Melde Krallığı bulunmaktaymış. Apollonya kralının çok güzel bir kızı varmış. Mustafakemalpaşa'da bulunan Melde Kralı, oğluna bu kızı istemiş. Ancak kızın gönlü olmadığı için varmamış bu prense. Kral, bir tepe üzerinde saray yaptırarak, orada saklamış kızını. Bunun üzerine kızan Melde Kralı,

"Ben size öyle bir felaket vereyim de sizi su ile boğayım" demiş. Odryses (Mustafakemalpaşa) Çayını Apollonya kentinin bulunduğu topraklara doğru çevirivermiş. Irmak, tüm Apollonya topraklarını sular altında bırakmış. Apollonya kenti ile, prensesin bulunduğu sarayın çevresi sularla çevrili birer ada olarak kalmış. Apolyont (Uluabat) Gölü de işte böyle oluşmuş.

Marmara Denizi'nin hemen güneyinde bulunan Apolyont (Uluabat) Gölü'nde, doğal ve tarihsel güzellikleri içinde yaşayan köylülere göre Uluabat Gölü'nün oluş öyküsü işte böyledir. Ne diyelim, söylence bu!..

Apolyont gölündeki yaz ile kış arasındaki suyun düzey farkı, gölün coğrafyasını da değiştiriyor. Birçok ada sular altında kalıyor. Yazın ise sular çekilince adalar ortaya çıkıyor, hatta Apolyont köyünün bulunduğu ada, yazın sular çekilince, kara ile birleşip bir yarımada oluyor. Göldeki, yaz-kış arasındaki değişiklik, zaman zaman bol yağışlı yıllar ile daha da farklı  bir coğrafya oluşturmakta. Ancak geçmiş yıllarda su seviyesinin o kadar yükseldiği yazılmaktadır ki, Manyas Gölü ile birleşip büyük bir deniz olurmuş. Bu sel ve taşkınları görünce insan ister istemez yukarıdaki efsaneyi düşünüyor...

APOLYONT’DA GÜNEŞİN DOĞUŞU

Apolyont (Ulubat) Gölü, Bursa ile Karacabey arasında, Bursa'ya 30 km uzaklıktadır.  Göle gitmek için, Bursa'dan kalkan köy minibüsleri veya Belediye otobüslerine binmek gerekiyor. Ancak Atlas Dergisi fotoğrafçısı Fatih Özenbaş ile, gün doğmadan köye ulaşmak için değişik bir yol izledik. Her yarım saatte, Bursa'dan İzmir yönüne giden otobüslerden birine binip, Gölyazı kavşağında indik. Kısa bir yürüyüş ile göle ulaştık. Böylece zeytin ağaçları arasında, kıvrılarak giden yoldan yürüyerek köye yaklaşırken, uzaktan Uluabat Gölü’nü değişik açılardan görme olanağımız oldu. Gölün üzerindeki altın sarısı renk, sanki içinde bir hazine saklarcasına insanı kendisine çekiyor.

Apolyont, çok eskiden bu yana önemli bir iskele idi. Bölgeden toplanan ürünler, yelkenli gemilerle İstanbul'a gitmekteydi. Gölyazı çevresinde gezerken, adanın dört bir yanının kayıklarla ile dolu olduğunu gördük. Nerede ise, kayıklardan sahil görünmüyordu. Ben, hayatımda hiçbir yerde bu kadar çok kayığı bir arada görmemiştim.

APOLYONT’UN GÜMÜŞ GÖZLÜ BALIKLARI

Artık güneş doğmuş, gün ilerliyordu. "Ya Allah, rastgele" deyip, adanın dört bir yanından kayıklar, balık ağlarını toplamak için denize doğru açılıyordu. Biz de bir balıkçı ile balığa çıkıp, o anı balıkçılar ile yaşamak istiyoruz. Ancak köylüler bize, balığa çıkma zamanın geçtiğini söylediler. Gölde balık avı, sabah gün doğmadan başlayıp, güneş bir mızrak boyu yükselene kadar sürermiş. Bu saatten sonra esen meltem rüzgarları balık ağalarının toplanmasını engelliyor. Daha önce göle atılan ağlar da bu süre içinde toplanmaz ise, ağlara takılan balıklar ölmektedir. Bu nedenle ava sadece bu saatlerde çıkılmaktadır.

Tam bu sırada, balığa çıkmakta geciken Özkeser ailesine rastladık. Acele ile balığa çıkmaya hazırlanıyorlardı. Fatih'in daha önce tanıştığı bu aile, kendileriyle balığa çıkmamıza izin verdi. Fahri Özkeser, ağları çekmek için kendisine yardım edeceğimizi söylememize karşın, yine de eşini yanına alması dikkatimi çekti. Daha sonra yaptığım gözlemde ise, hemen hemen tüm balıkçılar, balığa eşleriyle birlikte çıkıyorlardı. Öğrendiğime göre, eşiyle birlikte çıkan balıkçıların bereketi fazla oluyormuş.

Rastgele deyip Özkeser ailesinin kayığı ile göle açıldık. Ancak, kıyı çok sığ idi. Uluabat Gölü'nün en derin yeri literatürde 7,5 m olduğu söylense de bugün ancak 3,5 metre civarında olduğu söylenmektedir. Gölün derinliği büyük ölçüde, sadece bir metredir. Bu nedenle tıpkı Venedik'teki gondollar gibi, kıyıdan haylice uzaklaşana kadar küreğimizi yere batırarak, açığa çıktık. Daha sonra motoru çalıştırıp yol aldık Apolyont'un bereketli sularında.

Özkeser ailesinin ağları, karşı kıyıda bulunan Dorak Köyü yakınlarında idi. 15-20 dakikada ağların yanına ulaştık. Rastgele deyip ağları çekmeye başladık. Ancak ilk ağlardan hiç balık çıkaramadık. Herhalde biz uğursuz geldik diye düşünüp üzüldük. Ancak ikinci ağadan 13 turna balığı çıkardık.

DORAK’IN HAZİNELERİ

Meltem çıkmadan kıyaya dönmeliydik. Hemen motorumuzu çalıştırıp köye doğru yol alırken gözümüz Dorak köyüne takıldı. Ve, Dorak'ın çalınan ünlü hazinelerini anımsadım. 1922 yılında, Yunan işgali sırasında yapılan kaçak kazılarda, Dorak köyü ile sahil arasında bulunan Manastır mevkiinde iki krala ait mezar anıtı bulunmuştur.

Bu gömütlerde bulunan çok değerli ürünleri İngilizler tarafından yurt dışına kaçırılmıştır. Ancak bir tesadüf sonucu bu hazinelerden çıkarılan tüm ürünlerin resimleri ele geçirilmiştir. İ.Ö. 4. yüzyıla ait olan mezarların, Apollonya krallarına ait olduğu sanılmaktadır. Bu hazinenin içinde, Mısır kralından gelen bir armağanın da bulunması çok ilginçtir.

MANASTIR ADASI’NIN SIRLARI

Kayığımız köye doğru yol alırken, irili ufaklı birçok adanın arasından ilerliyorduk. Bu adalardan en büyüğü Nailbey veya Manastır adıyla da anılıyordu. Daha sonra Terzioğlu, Kerevit, Arifmolla ve Kızadası yer alıyordu.

Nailbey Adası'nda bulunan manastır, Bursa ve çevresinde, günümüze kadar gelebilen en eski manastırlardan biridir. 825 yılından önce yapıldığı tahmin edilen bu yapı, birçok kez onarılmış olmasına karşın bugün oldukça bakımsızdır. Üst örtüsü tamamen çökmüştür. Kaynaklara göre 7-8 keşişin yaşadığı bu kilise, Aziz Konstantinos'a adandığı için adaya Konstantinos da denilmektedir. Köylüler ise, sır dolu bu ada ile ilgili birçok söylence anlatırlar. Hatta, adaya adını veren Nail Bey'e ilişkin ilginç öyküler söylenir.

Özkeser ailesi, adanın yanından geçerken bize Nail Bey'in hikayesini de anlattılar. Söylenceye göre Nail Bey, kız kardeşi ile çok ufak yaşlarda ayrılmışlar. Kader onları, yıllar sonra birbirini seven iki aşık olarak karşılaştırmış. Evlenmişler... Gerçek anlaşılınca ise Nail Bey yaşamına küsüp kendini bu adaya tutsak etmiş. Daha sonra bu öyküyü, Nail Bey'i tanıyan yaşlı bir köylüden de dinledim. O'na göre ise, öykü bir başka biçimde idi. Nail bey,  kayak yaparken yaşamını yitiren bir Alman sevgilisi için bu adaya kapatmış kendini.

KIZADASI’NIN PRENSESİ VE KARA ALİ

Kahvehanede rastladığımız Balıkçılar Kooperatifi üyesi Savaş Pollu, kıyıya çok yakın olan Kızadası'na götürmeyi önerdi bize. Çok sevindik. Hemen yola çıktık. Sahilden ancak birkaç yüz metre uzaklıkta olan ada üzerinde çok ünlü bir Apollon Tapınağı bulunmaktaydı. Bu tapınak, görkeminden dolayı birçok Roma devri parasında resmedilmiştir. Roma İmparatoru Carakalla (198-217) sikkelerinin ön yüzünde de bu tapınak resmedilmiştir. Buna göre tapınağın ön yüzünde dört büyük sütün ile üzerinde üçgen alınlık bulunmaktaymış.

Tapınağın görkemini, adaya vardığımızda temel kalıntısında yer alan birkaç tonluk blok taşlardan daha iyi anladık. Tapınağın taşları, yerinden sökülüp Haydarpaşa İskelesi’nde kullanılmış. Türk kaynaklarına göre bu adanın adı Gilyos olup, Osmanlı Devleti’nin ilk deniz seferidir. Orhan Gazi'nin komutanlarından Kara Ali, 1308 yılında bu adayı barış ile ele geçirmiş. Türk geleneğine göre Kara Ali, bu adada bulunan ve Rumlarca büyük saygı gören bir papaz ile ailesini Orhan Gazi'ye götürmüş. Orhan Gazi'de bu papazın güzel kızını, Kara Ali ile nikahlamış. Sanırım bu hikaye, yazımızın başında yer alan Bizans söylencesinin Türk cilasıyla sunulmasından başka bir şey değil.

APOLYONT GÖLÜ’NÜN KİRLİLİĞİ ÖNLENMELİ

XV. yüzyıldaki belgelere göre Osmanlı Devleti’nde tek balıkçılık yapmakla yükümlü köylülerin Apolyont’da olduğu görülmektedir. 129 Hıristiyan hanenin görevi, sarayın ihtiyacı olan balıkları tutmakla görevlidir. Bugün bu Hıristiyanların yerine Yunanistan göçmenleri yerleşmiş çevre köylere. Ancak tümünün de en önemli geçimi yine balıkçılıktır.

Uluabat Gölü'nün balıkları çok ünlüydü. Turna, kefal, sazan balığı, bugün gölden en çok çıkarılan balıklardır. Ancak, göle akan derelerin kirlenmesi nedeniyle, Apolyont'un o ünlü yayın balığı artık yok denecek kadar azalmış. Gölden çıkarılan en kazançlı ürün ise, düne kadar kerevit idi. Uluabat'ın kerevitleri de çok ünlüdür. Nitekim göl çevresinde birkaç kerevit işleyen fabrika bulunmaktadır. Ancak, 1989 yılında ya göl kirliği, ya da Çernobil Olayı nedeniyle kerevitte büyük bir hastalık oluşmuş. Daha önce yılda 500-600 ton kerevit üreten gölde, bu tarihten sonra kerevit yok olmuş.

Çevredeki köyler büyük ölçüde balıkçılıkla geçinmektedir. Özellikle Gölyazı’da, tek gelir getirecek arazisi göl. Bu nedenle de gölün kirlenmemesi için büyük çaba harcıyorlar. Balıkçılık Kooperatifi kurulmuş köyde. Ancak balıkçıların yine de birçok sorunları var. Özelikle gölün kirlenmesi bir türlü önlenememiş. Hatta kirleticilerden biri de, bizzat kooperatifin tesisleri.

1994 yılında kurulan Belediye, yeni yeni önemler almaya başlamış. Umarız zamanla kirliliğin önüne geçilir. Özkeser ailesi, bugün suya girilmeyecek kadar kirli olan gölün suyunu, önceki yıllarda içilecek su olarak kullandıklarını söylediler.

Apollont Gölü’ne adını veren Apollon tanrısı, aynı zamanda hatalarını anlayıp af dileyenlerin tanrısıdır. Umarım Apolyont Gölü çevresinde yaşayan köylüler, tek geçim kaynağı olan bu verimli suyu kirletmelerinin ne kadar hata olduğunu anlar da, Apollon’un bereketinden yeniden nasiplenirler.

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Üzgünüz ilginizi çekebilecek içerik bulunamadı...