BU KEZ KENDİLERİNİ TERCÜME ETTİLER!
Yeşil beyazlı takımımızın iki tercümanı… Bugüne kadar onları hep farklı milletten bir çok teknik direktör yada futbolcuya tercümanlık yaparken izledik, dinledik… Bu kez sözü onlara verdik… Kendilerini tercüme etmelerini istedik… Mesleklerinin zor ve keyifli yanlarını, biriktirdikleri anıları ve kulüp tercümanlığı üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Bir solukta okuyacaksınız…
ALTUĞ GÜNAYDIN "İŞİMİZİN TEMELİ DENGE"
Altuğ öncelikle seni tanıyabilir miyiz?
Altuğ Günaydın, 1990 Sakarya doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimi orada tamamladım, lise eğitimimin bir kısmını yine Sakarya'da bir kısmını da Arjantin’de tamamladım. Üniversiteyi kazandım, dondurdum. Bucaspor ve Eskişehirspor da geçen 3 sezondan sonra hayatımın şimdiye kadarki en güzel kararını verdim; evlendim! Şaka şaka, henüz bekarım... Bursaspor'a geldim ve bu sezon da 4. sezonumu geçiriyorum Bursaspor’da.
Tercümanlık yapmaya nasıl karar verdin? Neden başka bir meslek değil de tercümanlık? Bunun bir hikayesi olmalı…
Hiçbir zaman derslerimde çok başarılı bir öğrenci olmadım, olamadım yani, isterdim ki ben de annem babam toplantıya geldiklerinde tüm öğretmenler benden iyi bahsetsin!.. Ama hayır, bizimkiler genelde derslere olan ilgimin azlığı ve yaramazlığımla alakalı şeyler dinleyerek dönerlerdi eve. Kafam hep başka yerdeydi. Ama dil öğrenme konusunda diğerlerine göre işimin kolay olduğunu erken fark ettim ve bu tarafa yöneldim. Okulda tek mutlu olduğum dersler Beden Eğitimi ve İngilizce idi. Basit olarak düşündüğümüzde ikisini bir araya getirdiğim bir iş yapıyorum.
Kaç dil biliyorsun? Yenilerini eklemeyi düşünüyor musun? Bu yönde bir çalışman var mı? Ya da bu yönde rakamsal bir hedefin?
İngilizce, İspanyolca ve Portekizce… Şu anda Fransızca ve İtalyancaya sinsi sinsi göz diktim. İtalyanca kolay tabi, İspanyolca ve Portekizceden sonra... Bakalım, sayısal bir dil hedefinden öte, bu dönemde vaktimi başka konularda gelişmeye harcıyorum. Hayatımın sonuna kadar tercümanlık yapıp yapmayacağımdan emin değilim (gülüyor).
Sence bir insan kaç dili aynı anda konuşma kapasitesine sahip? Hiç böyle bir araştırma yaptın mı?
Bunu hiç düşünmedim ama bence her şey, önce kendi dilini iyi konuşmakla başlıyor, öyle olmalı... İnsan önce anadilinde kendisini ifade etmeyi, okumayı ve derinleşmeyi öğrenmeli. Kendisini doğru ifade edemeyen birisi 4 dil de bilse, kendisini 4 dilde ifade edemeyen birisi olarak kalır.
Biraz Temel fıkrası gibi bir giriş olacak ama kendinde bir Türk, bir İspanyol, bir Portekiz ve bir İngiliz yaşatıyorsun adeta… Hepsini aynı anda yaşıyor olmak nasıl bir duygu?
E garip zamanlar yaşanıyor tabi ki... Gün içinde hepsini ayrı ayrı ve çok küçük geçişlerle kullanmam gerekebiliyor. Hatta birbirini anlamayan iki yabancı futbolcuyu da birbirine çevirebiliyorsunuz. Beyninin alışık olmadığı bir şey mesela; İngilizce ve İspanyolca arasında çeviri yapınca beyin alışık olmadığı bir şeye zorlanıyor. Çünkü arada Türkçe yok... Ha bir de yabancı dillere çok kitlenip, akşam evde annenin Türkçe sorduğu soruya İspanyolca cevap vermek var, başıma gelmedi değil…
Gelelim futbolcularla diyaloglarına… Bu işi yaparken en zorlandığın konular hangileri?
Denge!.. Biraz psikolog, biraz gayrimenkul danışmanı, biraz seyahat acentesi, biraz bankacı... Bu ve bunun gibi birçok konuda bilgi sahibi olmak gerekiyor, çünkü hepsine ihtiyaç oluyor. Ama en çok iyi bir sırdaş ve takım arkadaşı olmak gerekiyor bu işte... Çünkü burası bir ev ve tercümanlar da bu evin bir ferdi. Burada her gün birçok şey yaşanıyor ve iletişimin tam göbeğinde yer almak zorunda kalabiliyorsun. Oyuncuların arkadaşı ve sırdaşı olmak önemli, ama Bursaspor için çalıştığını da unutmaman gerekiyor. Çünkü işimiz bunu unutmaya çok müsait bir iş... Ama o dengeyi sağlayabilmek, sanırım kişiyi işinde iyi yapıyor.
Maç esnasında o yoğunluğa yetişmek zor olmuyor mu?
Bilmem, aslında kulübe garip güzelliği olan bir yer. Stresin en yoğun yaşandığı nokta saha içinde… Saha içindekiler sanırım fiziksel olarak dışa vurabiliyorlar bu hislerini ama kulübede olmak hem dışarının içi, hem de içerinin dışında olmak demek bana göre... Fiziksel olarak yıpratıcı çünkü stres had safhada, ama zihinsel olarak her saniye hazır ve tetikte olmalısın. Aynı sebepten galibiyet anında yaşadığın mutluluk da, dışarıya göre çok yoğun oluyor.
3 yıldır Bursaspor’da görev yapıyorsun ve çok sayıda yabancı sirkülasyonu yaşandı bu süreçte. Seni zorlayan oyuncular oldu mu?
Olmaz olur mu!.. Kendisiyle yalnızca aramızda yaşananlardan kitap çıkarabileceklerim de oldu. Dram-komedi kategorisine girerdi... İsmini vermem doğru olmaz tabi ki, ama kendisi artık burada değil. Ama çok uzaklarda da değil artık! Kötü insanla pek karşılaşmadım. Hepsi farklı insanlar, farklı karakterler... Zorlandığım karakterler oldu ama kötü karakter çok az oldu.
Peki iletişimi en kolay futbolcuları sorsam?
Burada olan arkadaşları tenzih ederek bir cevap vereyim o halde. Mika Basser… Mika'nın her saniyesi komedi filmiydi. Şakacıydı, ayakkabılarınızı bir saniye bile çıkarsanız bulamayabilirdiniz. Soyunma odasının saçma sapan bir yerine saklayıp, bulmanızı size hiç belli etmeden izler, sonra bir de suçu o an orada olmayan birine atar, bütün bu curcunadan eğlenirdi (gülüyor). Onunla ilgili hatıralarımda sadece gülmek var. Sorunsuz bir adamdı. “Mika, bunun olması mümkün değil” ya da “Mika, bunun olması biraz zaman alacak” dendiğinde hiç sorun çıkarmazdı. Mevcut kadromuzdaki arkadaşların da hepsi modern ve anlayışlı insanlar. Açıkçası hepsiyle iletişim kurmak çok kolay.
Hem antrenman hem de maçta sürekli taktik verme halindesin. Kendini kaptırıp oyunculara müdahale ettiğin oluyor mu?
O iş öyle değil tabi ki (gülüyor). O sözlerin, o taktiklerin hepsi hocalarımızın iletmemi istediği taktikler. Bazen hoca bir şey söylediğinde ve ben takımın çoğuna sesimi duyurduysam, ama mesela bir kişiye duyuramadıysam, bize yaklaştığı bir zamanda kalkıp kendi başıma o bilgiyi ona tekrar etmek zorunda kalabiliyorum, hocanın tekrarına gerek olmadan. Kendi kendime çıkıp taktik vermek çok komik olabilirdi ama şimdi düşününce (gülüyor). Bir de yaptığımız antrenmanların çoğunu not ediyorum, çalışmaların görüntülerini elde etmeye özen gösteriyorum. Yani böyle bir antrenman ve taktik hafızası oluşturmak gibi bir çalışmam var. İleride işime yarar mı yaramaz mı bilmem, sadece kendimi geliştirmek için yapıyorum bunu.
Aslına bakarsan kulübün adeta kara kutusu gibisin. Hoca ile futbolcu, futbolcu ile başkan diyaloglarının başrolündesin…
Eskiler yeni başlayanlara böyle söylerler Spor Tercümanlığı için; her şeyi bileceksin ama hiç bir şeyi bilmeyeceksin; diye… Burası Bursaspor, herkesin içinde olmak istediği ve bunun için en ufak bilgiyi değerlendirebileceği bir yer. Ama biraz önce verdiğim ev örneği en çok burada geçerli. Buradan bilgi çıkarmak, aileni satmaya benzer; benim nazarımda böyle. Kara kutu olmak, olabilmek, bu işte dil bilmekten bile önemlidir benim için…
Bu işin zor yanları olduğu kadar sihirli yanları da vardır mutlaka… Bunlar neler bizimle paylaşır mısın?
Ben alçakgönüllü ve sade bir hayatın peşinden koşuyorum aslında. Ama bu işte bazen öyle şeyler oluyor ki, tüm adrenalin, dopamin depolarınız bir anda kanınıza boca oluyor. Bir keresinde Belluschi’ye maçtan önce gol atacağını söylemiştim. Maç 1-1 giderken 73. dakikada orta sahayı tek başına geçip efsane bir gol atmıştı. Golden sonra onu kutlamaya çalışan bütün arkadaşlarını, kulübede ona sarılmaya çalışan herkesi atlatmış, bana gelip sarılmıştı. Ben ne yaptım ki? Aslında hiçbir şey... Ama onu beni işaret ederek koşarken gördüğümde çok sihirli bir an olarak kaydetmiştim hafızama. Bu bireysel olanı. Bursa'da Türkiye Kupası Finali oynamak da efsane bir duyguydu. Sonuç istediğimiz gibi değildi ve ben sonraki 3 gün evden bile çıkmadım ama bu deneyimler satın alınamayacak şeyler bence...
Portekizce ve İspanyolca birbirlerine yakın diller. İkisi de Latin kökenli. İki dilde aynı kelime farklı manalara gelebiliyor. Takımda aynı anda Brezilyalı ve Arjantinli olduğunu düşünürsek, işin içinden nasıl çıkıyorsun?
Portuñol var :) Portekizce (Portuguese) ve İspanyolca (Español)'un karışımı creole (karışım) bir dil. Şu anda Brezilyalı olmadığı için sorun yok.
Kim bilir ne çok anı biriktirdin… En unutulmazlarımdan dediklerini bizimle paylaşır mısın?
Ufff işte bu soruyu soracağını bildiğim için iyi hazırlandım!.. Gençlerbirliği’yle oynadığımız yarı finalde, 1-1'in rövanşında Ankara’da 2-0 geride kapatmıştık ilk yarıyı. Soğuk duş gibiydi ama inanıyorduk da döndürebileceğimize. İkinci yarıda 2-1'i bulduk fakat dakikalar geçiyor, en az bir gole daha ihtiyacımız var. O arada Gençlerbirliği bir frikik kazandı ve hoca bana gelip yedeklerden birini çağırmamı istedi. Koşmaya başladım. Gençlerbirliği’nin bize frikik atacağı yerin yakınından geçecektim. Topun başında da Hleb var. Gol olursa her şey bitebilirdi. Ben tam frikik atılırken koşmayı bırakıp pozisyona daldım. Önce topu uzaklaştırdık sonra da onlar savunmacılarını bizim ceza alanına gönderdiği için hızlı bir atakla pozisyona girdik. Ben bıraktım koşmayı yedek oyuncuyu falan, Gençlerbirliği kulübesinin önünde durdum izliyorum. 10 saniye içinde onların frikiği bizim golümüze dönüştü. Bu halde turu biz geçiyorduk. Ben açtım ellerimi ve şükretmeye başladım. Bir sonraki kare şuydu; bütün kulübe bana sesini duyurmaya çalışıyor (gülüyor). Hoca oyunculardan birine (Belluschi) bir şey söylemek istemiş ve beni gönderdiğini unutup aramaya başlamış. Ben 70 metreyi kaç saniyede koştum bilmiyorum. Ama ulaştığımda kan beynimdeydi. Hoca beni gördüğünde oyuncuyu falan bırakıp bana döndü. Omuzlarımdan tutup silkeledi beni. “Altuğ! Altuğ kendine gel. Bitmedi daha, kendine gel! Nefes al, çevir söylediklerimi” Nefes aldım ve çevirdim. Bir tane daha attık ve geçtik turu. Efsaneydi.
En büyük hayalin ne?
Bir gün topu tüfeği bırakıp organik tarım yapmak. Vallahi bak, şaka değil. Aileme çocuklarıma içinde ne olduğunu bildiğim domates, salatalık ve sebze yedirmek istiyorum. Orta halli bir aileden geliyorum ben. Annem de babam da devlet memuru emeklisi. İçinde emek ve alın teri olan bir şeyler hayal ediyorum. Onun dışında Bursaspor’la bir kupa kaldırmak nasip olursa, hayatımın sonuna kadar o günün fotoğraflarına bakarım herhalde...
İnşallah nasip olur.
Son olarak Bursaspor işin, iş yerin olma ötesinde senin için ne anlam ifade ediyor?
Ben bir şehir takımına aşk duymanın ne demek olduğunu çok iyi biliyorum. Burada doğmadım ama burası da benim evim artık. Haftanın en az 3 günü kulüpte uyuyorum, kulüpte uyanıyorum. Bursaspor'a ve onun başarısına endeksli bir hayat yaşıyorum. Bursa'ya Bursaspor için geldim ve bu şehri Bursaspor penceresinden bakarak sevdim. Her şey de olduğun yeri sevmekle başlamıyor mu zaten?
Sosyal medya hesaplarından takip için takip için https://www.instagram.com/p/BI9WoaJg_54/?taken-by=altuggu
**************
KAĞAN ÖZENSOY
BURADA OLMAK AKLIMIN UCUNDAN GEÇMEZDİ
Kağan seni tanıyabilir miyiz?
1991 Bursa doğumluyum. Bilkent Üniversitesi Mütercim Tercümanlık mezunuyum. Hayatımın önemli bir kısmı Bursa, Mudanya ve Ankara arasında, bir senesi ise İspanya'nın Cadiz şehrinde geçti. Yaklaşık bir senedir de Bursaspor'da tercümanlık yapmaktayım.
Bursaspor ile yolların nasıl kesişti?
İlk kulübüm ve ilk işim. Geçen sene mezun olduktan sonra bir deneme sürecinin ardından kulüpte çalışmaya başladım. Bursaspor ile yollarımın kesişmesi ise çok daha eskiye dayanıyor. Babamın etkisiyle çocukluktan beri Bursasporluyum. Özellikle lise sınavına hazırlandığımız dönemde Bursaspor, ben ve birkaç Bursasporlu arkadaşım için yoğun ders saatlerinin ve baskının karşısında tek sığınak olmuştu. Dershaneden çıkar Muradiye'de biraz oturur sonra da hep birlikte maça giderdik. O dönem Bursaspor ikinci ligde olmasına ve zor günler geçirmesine rağmen takımımıza dört elle sarılmıştık ve kulübü hayatımızın değişmez bir parçası haline getirmiştik, sonra da yerini hiç kaybetmedi. Bir gün bu kulüp için çalışıyor olacağım hiç aklıma gelmezdi.
Hangi dilleri biliyorsun?
Sırasıyla İngilizce, Fransızca, İspanyolca ve Portekizce…
Tercümanlık yapmanın ne gibi zorlukları var?
Bu işin birçok kademesi ve her kademesinde ise ayrı bir zorluğu var. Futbol dinamik bir iş olduğu için çoğunlukla eşzamanlı çeviri yapmak, duyduğunuzu anında çevirmek zorunda kalıyorsunuz ki bu zaten yeterince zor. Kameralar karşısında ardıl çeviri yapıyorsunuz, söylenenleri sırasıyla akılda tutup aktarmanın da bir zorluğu var. Onun dışında her zaman yabancı oyuncuların günlük hayatta yaşayabileceği dil farklılığından doğan sorunlarını çözmeye hazırlıklı olmalısınız, bu da 7/24 iş disiplininden kopmamak demek.
Mesleğinin en keyifli yanları neler?
Küçüklükten bu yana desteklediğim takımla çalıştığım için apayrı bir keyif alıyorum. Öyle olmasa bile futbol bir iş olduğu kadar bir oyun, bu da beraberinde neşeli ve keyifli bir ortam getiriyor. Her hafta yeni bir maç ve yeni bir maceraya belki de yeni bir unutulmaz hikayeye hazırlanıyorsunuz. Seyirci konumundayken de her maça ayrı anlam yükleyen, onları birer hikaye olarak gören biri olduğum için şimdi bunun bir parçası olmak bana büyük bir keyif veriyor.
Bugüne kadar mesleğin ile ilgili başına gelen ilginç bir olay var mı?
Bazen söylenen Türkçe şeyleri başka bir dile çevirmeye öyle çok odaklanmış oluyorum ki maç bitip otobüse bindikten sonra bana söylenen "su ister misin?", "yanındaki koltuk boş mu?" gibi soruları sağıma soluma dönüp tercüme etmeye çalıştığım oluyor.
Tercümesi en zor olan diller hangileri?
Aslında konuştuğumuz yabancı dillerin hiçbiri Türkçe ile aynı dil grubundan gelmediği için hepsi normale göre biraz zor. Çoğu zaman cümlenin sonunu duymadan çeviriye başlayamıyorsunuz. Ama çeviri yaptıkça gelişiyorsunuz ve işiniz kolaylaşıyor.
Bu mesleğin püf noktalarından bahseder misin? Dili öğrenmek ile tercümanlık yapabilmek ardasındaki farklar neler?
Dil öğrenmek bence herkesin yapması gereken bir şey... Kimse bütün ömrünü tek dilde söylenenlere mahkum olarak geçirmek zorunda değil. Tercüme ise tekniğe ve altyapıya dayanan bir meslek, bir pratik... Tüm tercümanlar kavramlara dillerden ve harflerden bağımsız anlamlar yükleyerek kendi mikro lisanlarını oluştururlar ve zihinlerinin bir köşesinde aslında hep o mikro lisanları ile dünyayı yorumlarlar. Tercümeyi de önce kaynak dilden o mikro lisana, sonra hedef dile doğru yaparlar. Püf noktası olarak gösterebileceğim noktalardan biri de bu.
Bursaspor’un 2 tercümanından birisin. Senin diyalog halinde olduğun futbolcularla enteresan anıların var mı?
Hepsiyle aramızda anılar ve espriler var. Ama bunların aramızda kalması daha doğru olur.
Tercümanlık bölümü öğrencilerine ne gibi tavsiyelerle bulunmak istersin?
Her tercüman yaşı kaç olursa olsun aynı zamanda bir tercümanlık öğrencisidir. İşin doğasında sürekli öğrenmek ve gelişmek var. Sanırım verilebilecek en iyi tavsiye her an gelişmeye ve öğrenmeye çalışmak, buna açık olmak olur.
Dil öğrenmenin sana göre yaşı var mı?
Kesinlikle yok. Elbette çocuk yaşta başlarsanız gırtlak yapınız ona göre gelişir ve çok doğal bir telaffuza sahip olursunuz, altyapınız daha sağlam hale gelir. Fakat bir insan kaç yaşında olursa olsun doğru tekniklerle çalışır ve o dili hayatının bir parçası haline getirip pratik ederse bir süre sonra akıcı olarak konuşmaya başlar.
Hedefinde bildiğin dillerin yanına kaç dil daha eklemek var?
Almanca, Japonca ve Rusça'da alt seviyede de olsa belirli bir altyapım var. Onların üzerine gitmek isterim. Bildiğim dillerin geneli Latin dili olduğu için bazen kolaya kaçmış gibi hissediyorum. Bir Uzak Doğu dili ve bir Slav dili daha öğrenmek uzun vadeli planlarım arasında var.
Sence en zor dil hangisi? Neden?
Yapısı hakkında bilgi edindiğim dillerden Çekçe, Lehçe ve Slovakça gibi Doğu Avrupa Slav dilleri bana oldukça zor gelmişti. Bizim fonetiğimize çok ters sesler var ve kelimelerde yan yana birçok sessiz harf olması işi zorlaştırıyor.
Kariyer planında neler var? Hedeflerin neler?
Hedefim her gün üstüne koyarak bu işin bütün inceliklerine hakim hale gelmek. Kariyer planına gelince de bu işi zaten biraz da bana sunduğu sonsuz ihtimaller için seviyorum. Öğrendiğiniz her dilde, keşfettiğiniz her kültürde dünya coğrafyasında bir kapıyı daha aralıyorsunuz.