Bursa, ruhaniyetli bir tarikatlar şehridir. Tarikatlar, Osmanlı’nın kuruluş yıllarından başlayarak hem ülkenin, hem de Bursa’nın sosyal ve kültür yaşamına çok şey katmıştır. Geçmişte yaptığı değerli hizmetleri tamamlayarak, çağımızın gerektirdiği koşullar nedeniyle bugün, tarihe gömülmüştür.
Üniversitemiz, Belediyelerimiz, sivil kuruluşlarımız Bursa’nın kültür tarihi için son yıllarda büyük çabalar gösteriyor. Biraz geç kalınmış olsa da, Bursa’nın kimliğinin oluşmasında büyük katkı sağlayacak olan bu girişimlerden biri geçen hafta yaşandı. Bursa’da Dünden Bugüne Tasavvuf Kültürü konulu sempozyum başarıyla tamamlandı.
Bursa, belleğini oluşturmaya çalışıyor... Bursa, geçmişini arıyor... Üniversitemiz, Belediyelerimiz, sivil kuruluşlarımız Bursa’nın kültür tarihi için son yıllarda büyük çabalar gösteriyor. Biraz geç kalınmış olsa da, Bursa’nın kimliğinin oluşmasında büyük katkı sağlayacak olan bu girişimlerden biri geçen hafta yaşandı. Bursa’da Dünden Bugüne Tasavvuf Kültürü konulu sempozyum başarıyla tamamlandı. Kongreye, başta Prof. Dr. Halil İnalcık ve Prof Dr. Ahmet Yaşar Ocak olmak üzere çok değerli 30 araştırmacı katılmıştır. Kongre bildirileri ise, gelecek kuşaklara iletilmek üzere çoktan kütüphanelerimizin raflarına girdi. Bu başarılı kongre için, başta BKSTV sekreteri Banu Demirağ ve Prof Dr Mustafa Kara olmak üzere, son günlerde Bursa’nın kültür yaşamına büyük ilgi duyan Belediye Başkanı Erdoğan Bilenser’i kutluyorum.
Derviş hoşgörüsü
Bursa’nın kültür yaşamında tarikatların ve tekkelerin büyük önemi vardır. Sn. Halil İnalcık’ın, Türk tarihi, tarikatlar incelenmeden yazılmaz dediği gibi, Bursa tarihi hiç yazılmaz. Çünkü Bursa tarikatlar şehridir. Günümüzdeki uyduruk tarikatlara bakarak, tüm ülkemizde bugün tarikatlara karşı olumsuz bir hava esmişti. Oysa tarikatlar, kuruluş yıllarından başlayarak hem ülkenin, hem de Bursa’nın sosyal ve kültür yaşamına çok şey katmıştır. Geçmişte yaptığı değerli hizmetleri tamamlayarak, çağımızın gerektirdiği koşullar nedeniyle bugün, tarihe gömülmüştür.
Sıkı bir dinsel tutuculuğun yaşandığı dönemlerde, aydınların soluk alıp verdiği tek yer tekkelerdi. Çünkü tekke yaşamı her zaman, medrese eğitimi almış Sunni Müslümanlarca tepki gösterilen bir inanç ve yaşam biçimi olmuştu. Hatta bu dervişlere dinsiz oldukları bile söylenmişti. Oysa onlar, sevgili Mustafa kara hocamızın söylediği gibi sadece muhabbet istiyorlardı. Kuran’da sayısız Allah’ın azap edici veya öç alıcı sıfatlarından söz ederken, sadece iki yerinede geçen “muhabbet” ve sevgi sözcüğü üzerine düşüncelerini kurmuşlardı onlar. En iyiyi ve en güzeli boşu boşuna aramaya çalışan “meczuplar”dı. Adeta Osmanlı dönemi Bursa’sındaki güzellikleri sadece, en güzeli aramaya koyulan dervişler bulmuşlardı. Nitekim Bursa’daki şair, müzisyen ve hattat gibi devrin sanatçı ve aydınların çoğu işte bu tekkelerden yetişmiştir. Tekkeler dışında adeta estetik yaratacak bir kurum yok gibiydi.
Bursalı dervişler sadece güzelliği aramamış, hırsların insanları bedbaht ettiği bu dünyada alçakgönüllüğü bir yaşam biçimi yapmıştı. İşte o nedenle tekkelerde bulunan en yaygın hatlarda yazılmış yazı şudur: “Hiç!..”
Cumhuriyet yönetimi tekkeleri kapattığında, buralarda yaşayan kişileri dışlamamış, sahip çıkmış. Onların da çoğu bugün tam birer cumhuriyet insanı. Yıllarca Halkevlerinde çalışan Bursa’nın en önemli tarihçisi olan Mehmet Şemseddin de, Bursa’daki Mısri Tekkesi’nin son şeyhi değil miydi? Cumhuriyet için nasıl da çalışmıştı M. Şemseddin. Karamazzak Tekkesi’nin son şeyhi Evliya Dede’nin torunu edebiyatçı Melih Elal ve Bursa’daki çok önemli birçok şeyhin torunu olan Gökçenler. Cumhuriyet için gönüllerini aşındıran bu şeyh torunlarını görünce, cumhuriyetin tekke dünyası için bir çelişki olmadığı anlaşılır.
Tarikatların kapısı herkese açıktır. Tutuculuğun yerini hoşgörü ve sevgi alır. Hoşgörü ve sevginin olduğu hiçbir yerde çatışmaya yer yoktur. Benim bu kongrede sunduğum bildiri, bugüne kadar tarikatlara dair bilinenlerin tersine bir görüştü. Bursa’daki Tasavvuf Kültüründe İslam Dışı Etkileri araştırmıştım. Açıkçası böyle bir başlıklı bildiri nedeniyle başım derde girebilirdi. Nitekim, geçen yıl yapılan Folklor Kongresi’nde, Türk Kültürüne, Bursa’daki bazı yerli kültürlerin etkisi olabileceğine dair bir ifade kullanmam nedeniyle neredeyse dövülecektim. Bu kongrede de, yine Türk kültürüne hiçbir yabancı kültürün sızmadığını, saf bir kültür olduğunu savunan bir grup tarafından saldırıya uğrayacağım korkusuyla gelmiştim. Ama tasavvufun hoşgörüsüyle karşılaştım. Geçen hafta Bursa, gerçek tasavvuf ehlini gördü.
Keşiş’ten Derviş’e taşınan gelenek...
Türkler, Orta Asya’dan gelirken getirdiği kültürel unsurlarına, İran ve Arap kültürlerinin etkisini de katarak, Anadolu’nun zengin kültürüyle bir senteze ulaştırmıştır. Bursa’ya gelenler, burada Anadolu’ya özgü bir Türk kültürü oluşmuştur. Orta Asya’dan gelen Türkler, eski din adamları olan şamanlarla birlikte Anadolu’ya gelmişti. Şamanlar, eski Türk kültürüne, Anadolu’da binlerce yıl yaşanan mitolojik kültürü de katarak, çok farklı bir İslam yorum ve anlayışı geliştirdi. Şamanlar bir bakıma derviş oldu.
Türkler, XI. yüzyıldan bu yana Bursa’da yerleşmişti. İki-üç yüzyıl boyunca Hıristiyanlarla kah savaşıp, kah alışveriş yaparak Bursa’da ortak bir coğrafyada yaşamıştır. İşte bu ortak yaşam sürecinde, Anadolu’ya gelen ve daha yeni yeni İslamiyet’i kabul etmiş ve onu öğrenmeye çalışan Türklerin Hıristiyan kültüründen de etkilendikleri muhakkaktır. Çünkü Selçuklular devrinde Bursa, Bizanslılar ile Selçuklular arasında sınır idi. Türklerin Bursa’ya geldiği dönemde, Hıristiyanlık ile Müslümanlığın çatışma içinde olduğu gözükse de, gerçekte son derece hoşgörülü bir ortam olduğu anlaşılıyor. Örneğin Orhan Bey döneminde, Bursa’da esir olan Rahip Palamas’ın anılarına göre, farklı dinlerden olan din adamları sürekli tartışmaktaydı. Bu tartışmalarda gezgin, her tür düşüncenin açıkça söylediğini yazmaktadır. Bithynia’da Rumlar, iki asırdan beri Türk ve Müslümanlarla birlikte yaşamışlar, bunları iyi komşu bulmuşlardı. Bu nedenle ne Türklere, ne de onların dinine karşı nefret duyuyorlardı.
Yaptığımız araştırmada, Uludağ keşişlerinin yaşam tarzlarıyla, İslam dervişlerinin yaşam tarzları ve dinsel ritüellerin çok benzedikleri görülmüştür. Bizans döneminde, tıpkı Osmanlı devletinin kuruluşunda olduğu gibi, devletin resmi dinini temsil eden ‘kilise’ ile aykırı düşünen ve şehirlerden uzakta, manastırlarda yaşayan keşişlerin arası iyi değildi. Ancak yine de keşişler, halkın üzerindeki nüfûzu nedeniyle, yöneticilerin her zaman korktuğu kişiler olmuştur.
Türkler Bursa’ya geldiklerinde onları, antik çağ tanrılarının yerini alan Hıristiyan keşişler karşıladı. Çünkü Anadolu’nun Aynanoz’u sayılan Keşiş Dağında, Türkler geldiğinde 147 manastır vardı. Türklerin gelmesinden sonra manastırların yerini tekkeler, keşişlerin yerini dervişler aldı. Türkler gelince, Uludağ’daki tüm keşişlerin kaçtıkları ve yerine dervişlerin tekke kurulduğu söylense de, XV. yüzyıla kadar Uludağ’da Hıristiyan keşişlerinin varlığı bilinmektedir. Bursa ve çevresindeki tekkelerde Hıristiyan kökenli dervişlerin olduğu hem dervişlerin hayat hikayelerini yazan menakıbnamelerde, hem de belgelerde rastlıyoruz. Hatta bir zamanlar Hıristiyan olan bu kişilerin şeyh olduklarını görüyoruz. Bu nedenle de Keşişlerin ibadet ve yaşam biçimleriyle Bursalı dervişlerin yaşam biçimlerinin çok benzediği görülmektedir.
Osmanlı’nın kuruluş döneminde, sadece birer kavram olarak yer alan Bacıyan-ı Rum ve Abdalan-ı Rum erenlerinin, Müslümanlığı kabil eden Hıristiyan kökenli dervişler olduğunu düşünmekteyim. Daha önce kendisi de Hıristiyan olan bir Müslüman, hem Bursa’nın, hem de Anadolu’nun İslamlaşmasında çok daha etkili olduğunu düşünüyorum... Daha sonraki yüzyıllarda abdal sınıfının yok olmasının bir nedenini de, Hıristiyan kökenli olmalarına bağlıyorum. Nasıl Osman ve Orhan Gazi’ler, Mihal, Evronos ve Samsama gibi Hıristiyan kökenli komutanlarla İslam adına gazâlar yaptılarsa, Anadolu ve Rumeli’nin İslamlaşmasında, Rum kökenli dervişlerin etkili olduğunu düşünmemiz zorlama bir görüş olmasa gerekir.