Mustafa Emre ÖZGEN / bursa.com
Ülkedeki tüm okulların niteliğinden sorumlu olduğunu söylediği Milli Eğitim Bakanlığı’nın, okulları nitelikli ve niteliksiz okullar olarak ayırmasının skandal olduğunu söyleyen Erdağı, sistemin yalnızca özel okullar ve emlakçıları sevindireceğini dile getirdi.
Erdağı’nın açıklaması şöyle;
“KAYGILAR ARTTI”
“TEOG sınavının kaldırılması ile ilgili tartışmalar yaklaşık iki aydır sadece sınava girecek öğrenciler ve velilerinin gündemini değil, tüm yurttaşların gündemini işgal etmiştir. 5 Kasım 2017 tarihinde Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, TEOG yerine getirilen yeni sistemi açıklayarak zaten karışık olan zihinleri daha da karıştırmış, öğrenci ve velilerde oluşan kaygıları büsbütün arttırmıştır.
Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz sınavın kaldırılmasını gerektiren nedenleri şu şekilde sıralamıştır;
TEOG öğrencileri ve velileri okul dışı kaynaklara (etüt merkezi, kurs, özel ders) yöneltiyordu,Sınavın olduğu gün 6. ve 7. sınıflarda okula gelemiyordu,Öğrenciler sınava hazırlık için devamsızlık yapıyordu,Sınava hazırlanırken öğrencilerin sosyal ve psikolojik gelişimleri olumsuz etkileniyordu,Öğrencilerin ve velilerin üzerinde sınav stresi olumsuz etki yapıyordu,Yerleştirmeye esas puan belirlenirken okul başarı puanının da etki etmesi özel okulların notları şişirdiği iddiasını ortaya çıkarmıştı…
“NİTELİKLİ OKUL VURGUSU SKANDALDIR”
Milli Eğitim Bakanı bu gerekçelerle “Eğitim Bölgesi ve Sınavsız Mahalli Yerleştirme Sistemi” adı altında yeni bir sisteme geçiş yapıldığını açıklamıştır. Yeni sistemde özetle öğrencilerin %90 ‘ı adresine en yakın olan 5 okulu tercih edecek ve bunlardan birine yerleşecektir. Böylece ortaöğretim çağındaki 1 milyon 200 bin öğrenciden 1 milyon 80 bini bu şekilde bir ortaöğretim kurumuna yerleştirilecektir.
Milli Eğitim Bakanı’nın talihsiz bir şekilde ‘nitelikli okullar’ olarak ifade ettiği (fen lisesi, sosyal bilimler lisesi, proje okulları vb.) yine yapılacak merkezi sınavla öğrenci almaya devam edecektir. Türkiye’deki bütün okulların niteliğinden sorumlu olanların ‘nitelikli okullar’ vurgusu yaparak, Türkiye’deki okulların yüzde 90’ının niteliksiz olduğunu kabul etmesi, iktidarın eğitimdeki başarısızlığının en açık itirafıdır.
Haziran ayının ilk hafta sonu yapılacak olan sınava isteyen tüm öğrenciler girebilecek ve bu sınav sözel ve sayısal olmak üzere iki bölümden oluşacaktır. Toplam 60 sorunun sorulacağı ve tek oturumda yapılacak olan sınav çoktan seçmeli sorulardan oluşacak ve soruları MEB hazırlayacak. Öğrenciler sınava kendi okullarında girecek. Hangi okulların sınavla öğrenci alacağı ise Mayıs ayında açıklanacak. Sınav sonuçlarına göre öğrenciler adrese dayalı kayıt tercihleri ile aynı anda tercih yapacak ve sonuçlar beraber açıklanacak.
‘Sınav Kalktı’ Söylemi Büyük Bir Kandırmacadır!
Açıklananın aksine temel eğitimden ortaöğretime geçişte sınav kalkmamıştır. Öğrencilerin önemli bir bölümü Haziran ayında yapılacak olan sınava katılacaktır. Doğal olarak Bakan Yılmaz’ın TEOG’un kaldırılmasına gerekçe olarak sunduğu ‘okul dışı kaynaklara yönelme’nin beliğin bir şekilde artması kaçınılmazdır. Çünkü sınavla öğrenci alan okul sayısının azalması bu okullara girmek için daha yüksek puan almayı zorunlu hale getireceği için kurs, etüt ve özel derse yönelim daha da fazla olacaktır.
Adrese Dayalı Kayıt Sistemi Sorunları Çözmeyecek, Arttıracaktır!
Bakan Yılmaz’ın açıkladığı ‘adrese dayalı kayıt sistemi’ sorunları çözmek bir yana daha da arttıracaktır. Öncelikle belirtmek gerekir ki her öğrencinin istediği okula gitmesi en doğal hakkı olmalıdır. Sınavsız ve her öğrencinin istediği okulda eğitim alması savunulması gereken en temel yaklaşım olmalıdır. Adrese dayalı bir sistemin öncelikle öğrencilerin seçme hakkını kısıtlamakta, öğrencileri sadece oturduğu mahalle ya da eğitim bölgesine hapsetmektedir. Semtlerin ekonomik ve sosyal farklılıkları ve eşitsizlikleri okullara da kaçınılmaz olarak yansımaktadır. Okulların teknolojik donanımlarından, öğrencilere yönelik olarak sunulan olanaklara, velilerin okul yaşantısına katkısına kadar pek çok alanda bu farklılıkları ve eşitsizlikleri görmek mümkündür. Sanki tüm okullar eşit ve aynı olanaklara sahipmiş gibi bir ön kabul ile öğrencileri kendi bölgelerinde/mahallelerinde bulunan okullara gitmeyi zorlamak sınıfsal eşitsizliklerin devamını ve öğrencilerin ait olduğu toplumsal sınıfa göre eğitim almaya zorlamak anlamına gelecektir. Bu durum pek çok velinin öğrencinin gitmesini istediği okulların bulunduğu bölgeye taşınması veya adresini taşımasına neden olacaktır ki bu durumun yaratacağı sosyal ve ekonomik sorunlar oldukça ciddi sonuçlar üretecektir.
“ÖĞRENCİLERİN %25’İ İMAM HATİP’E”
Pek çok bölgede seçilebilecek 5 okulun bile bulunmaması zorunlu olarak öğrencilerin istemeseler bile bazı okullara gitmelerini zorlamak anlamına gelecektir. Bahsi geçen 5 okul büyük şehirlerde büyük olasılıkla 1 İmam Hatip Lisesi, 2 Meslek Lisesi, 2 Anadolu Lisesi şeklinde olacaktır. Okul başarı puanı düşük olanlar Meslek Lisesine, daha da düşük olanlar İmam Hatip Liselerine (İHL) yerleştirilecektir. Böylece temel eğitimden ortaöğretime geçişte öğrencilerin en az yüzde 25’inin İHL’ye yerleşmesi garanti altına alınacaktır. TEOG sürecinde İHL’ye yerleşme oranının %11-12 civarında olduğu dikkate alındığında, benimsenen modelin kontenjanlarının ancak yüzde 65’ini doldurabilen İHL’lere yönlendirmeyi temel aldığı açıktır. Bu durum öğrenci, tercih, ilgi ve yeteneklerine göre eğitim alma hakkını ortadan kaldırmaktadır.
Öğrencilerin hepsinin aynı okulu birince sırada tercih etmesi durumunda o okula yerleştirmenin hangi ölçülere göre yapılacağı da belirsizdir. Örneğin bir bölgede sadece bir lise, bir meslek lisesi ve bir imam hatip lisesi olduğunu varsayalım ve 600 öğrencinin ise adrese dayalı olarak yerleşmesi gerekirse kim hangi ölçüye göre hangi okula yerleşecektir? Zorunlu olarak bu okullardan birine yerleşmek durumunda kalan öğrencinin kendi tercihine göre öğrenim görme hakkı ortadan kalkmış olacaktır.
Bakanın ‘Nitelikli Okul’/’Niteliksiz Okul’ Tanımlaması Büyük Bir Skandaldır!
Bakan Yılmaz’ın yeni sistemi açıklarken ‘nitelikli okul’, ‘niteliksiz okul’ ayrımı yapması büyük bir skandaldır ve kabul edilmesi mümkün değildir. İlk kez bir Milli Eğitim Bakanı, bütün okulların niteliğinden sorumlu olduğunu bile bile devlet okullarına yönelik olarak böylesine tepki çeken bir açıklama yapmıştır. Bakan Yılmaz’ın bu söyleminin, ‘Nitelikli okul’ listesine dahil olmayan okulların öğrencileri ve öğretmenlerinin üzerinde yaratacağı olumsuz etkilerin ne kadar yoğun olacağı açıktır.
Sınavla öğrenci alacak olan okulların toplam 120 bin öğrenci alması planlanmaktadır. Hangi ‘nitelikli okulların’ sınavla öğrenci alacağı ise Mayıs ayında açıklanacaktır. Bu durum, Mayıs ayına kadar pek çok okulun Bakanlık koridorlarında bu listeye dahil olma çabası içine gireceğini göstermektedir.
“ÖĞRENCİLERİN İLGİ VE BECERİLERİ DİKKATE ALINMALI”
İkinci olarak sınavla öğrenci alacak olan okulların büyük bir bölümünün imam hatip liseleri olması hiç şaşırtıcı olmayacaktır. Proje okullarının ve önünde hazırlık sınıfı bulunan Anadolu liselerinin öğrenci kontenjanlarının yönetmelikle 5 sınıfla sınırlandırılması, sınava girecek yüzde 10’luk kesimin hangi okullara yönlendirileceği ile ilgili fikir vermektedir.
Milli Eğitim Bakanlığı bugüne kadar benimsediği eğitim politikaları ile eğitim sistemini siyasal iktidarın ihtiyaçları ve hedefleri doğrultusunda yap-boz tahtasına çevirmek dışında eğitimde somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmemiştir. Temel eğitimden ortaöğretime geçişte yapılan son değişiklik, bakanlığın asıl amacının sağlıklı, herkesin memnun olacağı bir ortaöğretim sisteminin oluşturulması olmadığını açıkça göstermektedir. Nitekim MEB’in açıkladığı yeni ortaöğretime geçiş sistemi, sadece özel okulları ve emlakçıları sevindirmiştir.
Eğitimin hiçbir kademesinde öğrencilere ve dolayısıyla ailelerine dayatmada bulunmamalı, eğitim sisteminin öncelikli sorunu olan “sınav merkezli eğitim” anlayışı derhal terk edilmelidir. Her öğrencinin kendi ilgi ve becerisi doğrultusunda hangi alanda okuyacağını kendisinin belirleyeceği bir eğitim sistemi oluşturmayı hedeflemeden atılacak her adım, eğitimde yaşanan kaosu derinleştirmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Sınavlara endekslenmiş bir eğitim sisteminin nitelikli olması nasıl mümkün değildir. İlköğretimden üniversiteye kadar yapılan sınavlarda çocuklarımız ve gençlerimiz resmen yarıştırılmakta, birbirleriyle rekabet etmeleri istenmektedir. Kapitalizmin dayattığı “piyasacı eğitim” anlayışının tipik bir örneği olan bu anlayış derhal terk edilmeli, öğrencileri birbiri ile rekabet eden değil, onları geliştiren, çok yönlü bilgi ve beceri kazandırıcı, nitelikli bir eğitim anlayışı benimsenmelidir. Bunun için öncelikli olarak yapılması gereken, öğrencilerimizi sınav cenderesinden kurtarmak olmalıdır.”