İran ve Batı arasında sağlanan nükleer anlaşma, uygulama sürecinde yeni sorunlarla karşılaşabilir. İran için bölgesel meselelerde Batı ile işbirliğini derinleştirebileceği DAİŞ sorunu gibi alanlar var. Ancak, İran'ın Batı ile daha büyük bir uzlaşı için dış politikasında hemen köklü değişiklikler yapması beklenmemeli.
İran ile Batı arasında on yılı aşkın süredir devam eden nükleer meselede 14 Temmuz’da 5+1 Grubu ile İran arasında yapılan anlaşmayla yeni bir aşamaya geçildi. İran’ın nükleer programı ve İran-ABD ilişkilerindeki gerilimle ilgili tartışmalar yerini anlaşmanın içeriğine ve etkilerine dair sorulara bıraktı.
Şimdi iki soru öne çıkıyor. Anlaşmadan kim ne kazandı? Anlaşma İran dış politikasında, özellikle İran’ın Batı ile ilişkilerinde önemli bir değişime yol açar mı?
Karşılıklı kazanımlar sağlandı
Anlaşmanın tarafların temel taleplerini büyük ölçüde karşıladığı görülüyor.
ABD açısından bakıldığında, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetleri tamamen durdurulamadı fakat belirli miktarlarla kısıtlandı. Anlaşmaya göre tartışmaya konu olan Natanz’daki zenginleştirme çalışmaları 10 yıl süreyle yüzde 3,5 düzeyinde tutulacak. Fordo’da zenginleştirme çalışması yapılmayacak. Arak reaktörünün yapısı yeniden düzenlenecek. İran’ın elindeki zenginleştirilmiş uranyum stoku 10 yıl süreyle 300 kilogramı geçmeyecek. Nükleer programının şeffaflaştırılması amacıyla NPT’nin Ek Protokolünü uygulaması, bunu onaylayana kadar da gönüllü tedbirler alması ve İran’ın nükleer programının muhtemel askeri boyutlarının açıklığa kavuşturulması konularında anlaşma sağlandı.
Yaptırımların kaldırılması ile ilgili olarak İran’ın silah ticareti üzerindeki yasağın 5 yıl; füze programı üzerindeki yaptırımların ise 8 yıl süreyle devam etmesi sağlandı. ABD’ye göre bu tedbirler on yıl süreyle İran’ı nükleer silah eşiğinden en az bir yıl uzakta tutacak.
İran açısından bakıldığında da anlaşmanın rejimin temel beklentilerini karşıladığı görülüyor. Uluslararası toplum uranyum zenginleştirme dahil İran’ın nükleer haklarını kabul etti. Yaptırımların tamamen ve derhal kaldırılması hususunda da İran’ın kısmen geri adım attığı görülüyor. Üstelik İran’ın nükleer tesisleri büyük ölçüde korunacak. Nükleer faaliyetler hakkında bazı kısıtlamalar var ise de bu kısıtlamalar süreli. Yani zamanla kalkacak. Diğer taraftan İran’ın talep ettiği gibi anlaşmanın ‘uygulama aşaması’na geçilmesiyle İran üzerindeki bütün yaptırımlar büyük ölçüde kaldırılacak. Keza balistik füzeler, silahlanma faaliyetleri ve nükleer programın muhtemel askeri boyutlarının açıklığa kavuşturulması hususlarında taraflar adeta orta yolda anlaştı.
Karşılıklı ödünler verildi
Anlaşmaya varabilmek için taraflar çeşitli ödünler verdi. ABD, başlangıçta İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin tamamen durdurulması ve Arak ile Fordo’nun kapatılması taleplerinden taviz vermiş görünüyor.
İran ise belirli bir süre için de olsa nükleer faaliyetleri üzerindeki kısıtlamaları kabul etti. Müzakere sürecinde en çok tartışmaya konu olan husus askeri bölgelerin denetimi meselesi oldu. ABD, İran’ın Ek Protokolü onaylamasını ve bu çerçevede askeri bölgeleri Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA) ani denetimlerine açması için ısrar etti. Fakat İran bu konuda ayak diredi. Anlaşmaya göre İran’ın askeri bölgelerinin denetimi için özel bir düzenleme yapıldı. Böylece ne askeri bölgeler ani denetimler kapsamına alındı, ne de denetimlerin dışında tutuldu.
“Yeni sayfa” köklü değişiklikler anlamına gelmeyebilir
Viyana anlaşmasının uygulanması belirli bir takvime bağlanmış görünüyor. Ancak her aşamada yeni sorunlarla karşılaşılması muhtemel. Zira, Obama’nın tabiriyle bu anlaşma taraflar arasında karşılıklı güvene dayalı bir anlaşma değil. Dolayısıyla İran’ın nükleer programı uluslararası politikanın gündeminde kalmaya devam edecek.
Diğer yandan hem Batı’da hem de İran’da anlaşmaya karşı çıkan önemli kesimler var. Amerikalı muhalifler İran’ın nükleer programını tamamen durdurmadığı, dolayısıyla 10 yıl sonra İran’ın nükleer silah elde etmesinin önünü açacağı gerekçesiyle karşı çıkıyor.
Anlaşma İran’da ise nükleer program üzerindeki kısıtlamalar ve askeri bölgelerin özel şartlarla da olsa denetime açılması nedeniyle eleştiriliyor. Nitekim İran Meclisi’nde de tartışmaya açılacak.
Cumhurbaşkanı Ruhani anlaşmanın en önemli sonuçlarından birisinin İran’ın küresel barış ve güvenliği tehdit ettiği şeklindeki yanlış imajın düzeltilmesi olduğunu belirtti ve İran’ın dünya ile ilişkilerinde yeni bir sayfanın açıldığını söyledi.
Fakat bu İran dış politikasında hızlı ve köklü değişiklikler olacağı anlamına gelmiyor.
Nitekim dini lider Ali Hamaney, önceki günkü açıklamasında, nükleer müzakerelerde varılan anlaşmanın İran'ın bölgedeki siyasetini değiştirmeyeceğini belirterek, "Müzakere metni onaylansın ya da onaylanmasın bölgedeki dostlarımızı desteklemekten vazgeçmeyeceğiz" dedi.
Bir kere, yapılan anlaşma İran ile Batı ya da ABD arasında tüm sorunları çözen bir anlaşma veya stratejik bir işbirliği anlaşması değil. Anlaşmanın temel özelliği İran’ın nükleer programı etrafındaki anlaşmazlığın çözümü. Bilindiği üzere nükleer mesele İran ile Batı arasındaki sorunlardan sadece birisi.
Nitekim, ABD Dışişleri Bakanlığı’na göre İran halihazırda terörizme destek veren ülkelerden birisi. İnsan hakları ihlalleri, silahlanma ve dış politika konuları nedeniyle İran ve Batı arasında siyasi gerilimin ve karşılıklı suçlamaların büyük ölçüde devam etmesi bekleniyor.
İran’daki aktörlerin yeni şartlara intibakı belirleyici olacak
Viyana anlaşmasının İran dış politikası üzerindeki dönüştürücü etkisi İran ile Batı arasındaki ilişkilerin doğasının değişecek olmasından değil, İran siyasetindeki dengelerin değişmesinden kaynaklanabilir.
Anlaşmanın başarılı bir şekilde hayata geçirilmesi halinde Cumhurbaşkanı Ruhani’nin İran siyasetindeki konumunu güçlenecek. Fakat bu kendiliğinden ve doğrudan gerçekleşmeyecektir. Anlaşmanın İran’daki yankıları, uygulamanın etkileri ve siyasi hizipler arasındaki mücadele bu süreçte belirleyici olacaktır. Mart 2016'da yapılacak seçimler İran siyasetinin ne yönde evrileceğini gösterecektir. Ruhani’nin İran siyasetindeki gücünün pekişmesi, dış politikada değişimi getirecektir. O zaman Ruhani’nin diplomasiyi öne çıkaran “liberal” yaklaşımı İran dış politikasına hakim olacak ve güvenlik eksenli politikaların yerini alabilecek. Aksi takdirde, “agresif” dış politikanın devamı İran’ın hem Batı ile ilişkilerinde hem de bölge ülkeleri ile ilişkilerinde sorunların devam etmesi anlamına gelecek. Bu durum İran’ın nükleer uzlaşmayla elde ettiği ve elde etmeyi umduğu kazanımların tersine çevrilmesine neden olacak.
İran dış politikasında muhtemel değişikliklerin İran’ın Batı ülkeleri ile ilişkilerini olumlu etkilemesi bekleniyor. Zira Ruhani’nin dış politikaya tam olarak hakim olması durumunda İran, ekonomiyi destekleyen, karşılıklı bağımlılık ve kazan-kazan ilkelerine bağlı, diyaloğu öne çıkaran bir politika izlemesi öngörülüyor.
Bu değişiklik İran’ın ABD dahil Batılı ülkeler ile ticari ve ekonomik ilişkilerinin canlanmasının önünü açacaktır. Nitekim, birçok Batılı şirket İran pazarından pay almak için sabırsızlanırken, İran hükümeti Batı’dan gelmesi beklenen sermaye ve teknoloji yatırımlarına büyük önem veriyor.
İran-Batı için en elverişli işbirliği : DAİŞ’le mücadele
İran ve Batı arasındaki muhtemel işbirliği alanlarından biri, “radikalizme ve terörizme karşı mücadele” adı altında olacak. Nitekim son yıllarda İran dış politikasında terörizme ve radikalizme karşı mücadele söylemi oldukça öne çıkarıldı. Her ne kadar Hamas, İslami Cihad ve Hizbullah gibi örgütlere desteği nedeniyle terörizm destekçisi olarak görülse de DAİŞ gibi aşırıcı örgütler Batılı çevrelerde İran’ın radikalizme karşı mücadelede potansiyel bir ortak olarak görülmesine sebep oldu.
Suriye, Lübnan ve Yemen’de işbirliğinin sınırları
Nükleer meselenin halledilmesinden sonra Ruhani’nin bölgesel meselelerle, özellikle Ortadoğu gelişmeleriyle daha yakından alakadar olması bekleniyor.
Yapıcı diplomasi yoluyla nükleer meselenin çözülmesi, İran yönetimini bölgesel meselelerde de diplomasiyi daha aktif kullanması için cesaretlendirecek.
İran ve Batı arasında bölgesel meselelerde muhtemel yakınlaşma, İran’ın yeni Ortadoğu açılımını biraz daha kolaylaştıracak. Fakat İran dış politikasındaki değişimin Ortadoğu’ya yansımaları daha yavaş olacaktır.
Zira İran halihazırda bölgede birçok krizde ve çatışmada aktif bir taraf.
İran’ın bölgedeki “dostları” anlaşmadan memnuniyetlerini ifade ederken, İsrail ve Suudi Arabistan gibi hasımları veya rakipleri yapılan anlaşmadan kaygı duydu. Çünkü nükleer mesele yüzünden yaptırımlar altında olan ve adeta izole edilmiş olan İran, bu baskıdan kurtulması durumunda bölgede daha serbest hareket edebilecek, taraftarlarına daha aktif destek sağlayabilecek.
Diğer taraftan, Suriye’de Esad yönetimi, Lübnan’da Hizbullah, Yemen’de Husiler İran’ın “vekil güçleri” olarak görülse de bu örgütlerin göreceli de olsa “otonomileri” ve bu ülkelerdeki çatışmaların İran’ın bölge politikalarından ayrı, kendine has dinamikleri var.
Ancak bütün bu çatışmaların tek tarafı ve tek sorumlusu İran değil. İran’ın bir yenilgi psikolojisine girmeden bölgesel politikalarını gözden geçirebilmesi için diğer bölge ülkelerinin de gerekli esnekliği göstermesi ve İran ile bölgesel meselelerin çözümünde uzlaşıya hazır olması gerekli.
Nitekim Suriye’de İran adeta çatışmaların bir tarafı. Esad yönetimini sonuna kadar destekleyen İran’ın Suriye’de tercihi tedrici bir geçiş süreci olabilir. Bu konuda İran’dan çeşitli açıklamalar geliyor. Fakat İran, Esad yönetimini desteklemek için siyasi, ekonomik ve askeri yardımlarını artırdıkça Suriye muhalefeti ile uzlaşma şansını kaybetti. Bu durum, çatışmalar devam ettiği sürece İran’ın bu ülkeye yönelik politikasını değiştirmesini zorlaştırıyor. DAİŞ’in bölgesel bir tehdit olarak ortaya çıkması İran üzerinde Suriye politikasını değiştirme yönünde baskıların azalmasına neden oldu. Özellikle Batı’nın önceliğinin de Esad rejiminin yıkılmasından ziyade DAİŞ ve diğer aşırıcı hareketlere karşı mücadele şeklinde değişmesi İran’ın elini rahatlatıyor. Batı ve İran’ın Suriye’de rejimin yıkılmasına karşı olan siyaseti de önemli bir işbirliği alanı olabilir.
Esed’in iktidarda kalması, İran ve Batı için benzer öncelikler olarak dikkati çekiyor.
Keza Lübnan’da İran’ın Hizbullah ile ilişkileri değişmeyecek, İran hiç bir şart altında Hizbullah’tan vazgeçmeyecek. Bölgedeki gerilim ve çatışma ortamı yeni ve farklı adım atılmasını zorlaştırıyor.
Aynı durum Yemen için de geçerli. Fakat İran’ın Yemen’deki stratejik çıkarlarının ve yatırımlarının Irak, Suriye ve Lübnan’dakilere kıyasla daha az olduğu görülüyor. Bu nedenle İran, öncelikle Yemen meselesinin diplomatik yollardan çözümü için harekete geçebilir. Fakat muhtemel diplomatik girişimlerin sonuç verebilmesi için İran’ın yanı sıra diğer bölge ülkelerinin de bölgesel politikalarını gözden geçirmesi gerekiyor.
Dünya
Nükleer anlaşmadan kim ne kazandı?
İran’ın nükleer programı ve İran-ABD ilişkilerindeki gerilimle ilgili tartışmalar yerini anlaşmanın içeriğine ve etkilerine dair sorulara bıraktı.