Mustafa Emre ÖZGEN / bursa.com
Otuz yılı aşkın süredir resim, heykel, takı ve bir çok farklı alanda ürünler ortaya koyan emekli resim öğretmeni Şeref Ruhi Aydın, çalışmalarına Pirinçhan’da devam ediyor. Aydın, güzel şeyler üretmenin yanı sıra, gençlerin ve kültürel birikime sahip insanların buluşabileceği bir ortam oluşturmak adına Kökler’i açmış.
Uzun yıllar Burç Pasajı’nda kalan Şeref Hoca, beş yıl önce Pirinçhan’a geçmiş. İnsanların artık kendisine internet üzerinden ulaştığını dile getiren emekli öğretmen, “en sevmediğim şey kopyacılıktır, eserler özgün olmalı. Buradaki tüm çalışmalarım tektir. Aynısından bir tane daha yoktur” diyor.
“DÜNYANIN ÇEŞİTLİ YERLERİNDEN ÜRÜNLER TOPLADIM”
Hocam atölyenizden konuşarak başlayalım. Burası neresi?
Kökler Sanat Atölyesi. Yarı işyeri, yarı atölyeyiz. Burada farklı tekniklerde işler var. Takılar, resimler, heykeller, fonksyonel objeler… Tek bir alanla ilgilenmiyorum. Biraz işin keyfindeyim. Merak saldığım alanlarla ilgileniyorum.
Resim öğretmeniyim. Anadolu’da 25 yıl öğretmenlik yaptım. Bursa’da görev yaptığım sırada Burç Pasajı’nda atölyemi açtım. Yer bulmak çok zordu. Dükkanı altı ay peşin kira vererek tutmuştum. Altıparmak Bursa’nın merkeziydi. Ben 1980 yılında geldiğimde daha Uludağ Üniversitesi yoktu. En yüksek okul akademiydi. Pasaj da oraya komşuydu. Kafeteryalar vardı. Canlı bir yerdi. O dükkanda 32 yıl kaldım. Altıparmak’ta dağılma olunca buraya geldik.
Dükkan bir ürün üzerine açılır. Benim öyle değil. Çok çeşitli ürünler var. Dünyanın çeşitli yerlerinden ürünler topladım. Afrika’dan heykeller getirttim. Almira Hotel’e masklar verdim. İspanya’dan matara getirttim. Şimdi her şey var ama o zamanlar bulunmazdı. İlginç ürünler arayan insanlar benim dükkanıma gelirdi.
Benim hitap ettiğim kesim gençler ve okumuş, belirli bir zevk düzeyine oluşmuş insanlar.
Öğretmenlik yaparken bir yandan atölye çalışmaları zor olmuyor muydu?
O zamanlar dükkan öğleye kadar kapalı olurdu. Okuldan sonra geliyordum. Güzel şeyler üretmem, güzel bir ortam oluşturmam gerekiyordu. Öğrenciler ile de yaşım yakındı. Rahatça muhabbet ediyorduk. Edebiyata yatkınlığımız vardı. Şiir yazan gençler gelirdi. O şiirleri ameliyat ederdik. Şu dizeyi çıkarsan, bu sözcüğü şöyle yapsan diye.
Küçük Kumla’da da bir dükkan açtım. Orada da 1996 yılına kadar kaldım. Çınaraltı çaybahçesinin karşısındaydım.
“İNSANLAR ÜRETMİYOR”
Kumla’da çalışmalarınıza ilgi oldu mu?
Benim tarzımda dükkan yoktu. Almancılar, Karacaali tarafında oturanlar gelip gelip beni bulurdu. Kitap, kaset, takı, hediyelik eşya, saat, gümüş… Almanya’da bu kadar ürünü bir arada bulamıyorum diyenler vardı. Sitelerdeki gençler gelip alışveriş yapıyorlardı. İzzet Kaptan yolcularını getiriyordu.
Bir şey üreteyim, dükkan açayım , bizim çalıştığımız alanlarda karın doyurmak zordur. O yüzden insanlar üretmiyor, hazır alıp satıyorlar. Onu da herkes alabiliyor. Her yerde aynı şey oluyor. Hediyelik dükkanlarına bak, hepsinde aynı ürünler vardır. Gümüşçüde aynı gümüşler. Özgün bir şey bulamazsın. İstanbul’a toptan mal almaya gidiyoruz, her şey Çin malı. Bodrum boncuğu diye satıyorlar mesela, Çin’den geliyor. Nazarlıklar bile Çin’den geliyor.
Takı üretiyorum ama birbirinin aynısı değil hiç biri. Hepsi farklıdır. Başka dükkanlarda zaten bulamazsın, burada bile birer tanedir.
Ürettiğiniz her şey tek mi?
Aynı formda olsa da üzerindeki resimler tektir. Aynı boyuttaki sedefin üzerine çalışsam da resimleri farklı çalışırım. Ağaç ve deriyi bir arada kullanıyorum ama farklı formlarda. Genellikle açağ kullanıyorum. Gürgen ve nar ağacı. Nar ağacı yontmaya daha uygun. Ama heykellerde dayanıklı olması yeterli.
“TÜCCAR DEĞİLİM, SEVDİĞİM İŞİ YAPIYORUM”
Başka nerelerde bulundunuz?
Bir yaz Alanya’ya gittik. Arkadaşımız dükkan açmıştı. Marka ürünlerin taklitlerini satıyor. Mağaza dolu. Bana da abi gel, sen de buranın bir kısmını kullan dedi. Deriden çanta dikiyorum. Günde bir tane yapıyorum, 100 dolara daha dikerken satıyorum.
İki genç vardı, her gün dükkana geliyorlardı, gezip alışveriş yapmadan çıkıyorlardı. Akşamları da gezintiden sonra geliyorlardı. Yine bakıyorlar, araştırıyorlar. Üç beş gün böyle oldu. Rusça bilen tezgahtarımız vardı. O geldi, ağaçtan oyma bir tabak vardı, bunu almak istiyorlardı dedi. İçine ağacın kabuğuna bir resim yapmışım, Nazım Hikmet’ten bir dörtlük eklemişim. Rubailer’den. Bunu neden alıyorlar, nereden anlayacaklar dedim. Nazım’ı tanırlarmış. Her gün özgün bir şey bulmak için geliyorlarmış. Tabağı aldılar. Ne yazdığını bilmeden bile el işi diye aldılar. Ertesi gün bir şişe votka getirdiler. Neden dedim, güzel bir iş yaptığımız için hediye getirmişler.
Dostane ilişkiler önemli. Ben kimseye bir şey satamam. Tüccar da değilim. Fiyatı vardır, alırsa alır. Ben yıllarca bu işten geçindim. Tüccar zihniyetiyle değil. Sevdiğim işi yaparak, sevdiğim ürünleri toplayarak ve sevdiğim ürünleri satarak.
ARTIK İNTERNETTEN ULAŞIYORLAR
Burada ortamınız nasıl? Ne zamandan beri Pirinçhan’dasınız?
Buraya 2012 yılında geldim. Çok aktif bir yer değil. Bu yüzden elimde çok ürün birikiyor. Artık internetten buluyorlar beni. Zamanında üniversite öğrencisiyken gelenler şimdi kendi üniversite öğrencisi çocuğuyla geliyor. Aa bizim Kökler diyorlar!
“İLKOKULUN BİR SINIFINDA SERGİ AÇTIM”
Sergi çalışmalarınız oldu mu?
Kızılcahamam’da iki yıl ilkokul öğretmenliği yaptım. İki yaz orada sergi açtım, ilkokulun bir sınıfında. Kaymakam, eşraf geliyordu. Resim yaptım ama şöyle, bir ağacın üzerine çalışıyorum, altına şiir ekliyorum. Ismarlama oluyordu. Almanya’da bir arkadaşım vardı. Kültür merkezinde sergi ayarlamış. Kasım ayının şu tarihleri arasında sergin var dedi. Çalışmaya başladık. Olanları elden geçirdik. Sergiyi açtık. Aralıklarla Almanya’da dört kere sergi açtım. Resimlerimiz de satıldı.
Ankara’da iki sergi daha açtım. İkincisi sergimi Ankara Barosu’nun galerisinde oldu. Bursa’da Tayyare Kültür Merkezi’nde açtım. Elimde bir çok ürün birikti. Onlardan bir sergi açacağım. Ufak ama sayısı çok. Takı, heykel ve resim. Gazi Eğitim Enstitüsü’nden bir arkadaşıma resim heykel ve takı sergisi açacağımı söylemiştim. Takı sergisi mi olur dedi. Eh üretmezse açamaz tabi sergisini.
Ülkemizde böyle. Ressam kartpostal yapmazdı. Bir dönem kartpostal çok satılıyordu. Piyasada benim on beş, yirmi kartpostalım vardı. Şairler şarkı sözü yazmıyor. Sanatçılar yazsa daha kaliteli olmaz mı? Ressamlar ayraç da çalışmıyor. Yayınevleri kitapların arasına ayraç koyuyor. Benim çalıştığım ayraçlar, sadece ayraç olsun diye çalışıldı. Birebir boyutlarda.
Ben ayraçları birebir çalışma sanmıştım başta. Çalışmalarınızın baskılarıymış meğer.
Orijinallerini paketlemiştim. Bizim çocuklar arkadaşlarına dağıtırken, orijinallerini de vermişler.
“RESSAM KENDİNE RESSAM DEMEZ”
Hocam genç sanat eğitmenlerine, atölye açmak isteyenlere ne söylemek istersiniz?
Kopyacılık var. En sevmediğim şey o. Ressam bilmem kim, bilmem ne art diye sayfalar açıyorlar. Adının arkasına bir “art” koyuyorlar. Bizim camiamızda lakap olarak ressam kullanılmaz. İnsan kendine ressamım demez. Takı tasarımcıları da taşları boncukları dizip takı tasarımcısıyım diyor. Tasarımcı olması için insanın yeni form bulması lazım. Boncuk dizmenin ne tasarımı olacak? Sen tasarlayacaksın, ilk defa yapan sen olacaksın. İnsanlar özgün şeyler yaratmalı. Velhasıl özgünlükten yanayım.