Dün İstanbul’da Avrupa futbolunun en büyüğünün belirlendiği bir final oynandı.
Ben de İstanbul’daydım.
Toplam nüfusları Bursa, tekrar edeyim ‘Toplam nüfusları’ Bursa merkezi kadar olmayan Milano ve Manchester şehirlerinin iki kulübü –Ki o şehirler M. United ve Milan gibi başka devlere de sahipler. Ve bu iki şehir sekiz milyar insanın merakla beklediği bir maça çıktılar.
Tamam özellikle Milano ekonomik olarak ve marka değeri olarak dünya çapında bir kent olabilir; ama Bursa’da ekonomik anlamda yabana atılacak bir kent değildir.
Sonuç olarak Bursa merkezi kadar nüfusu olmayan iki şehir dünya devi dört kulüp çıkarmış.
Biz ise tek kulübümüzü alt liglerde süründürüyoruz.
Evet bu iki şehrin insanları Avrupa’nın en büyüğü olmak için İstanbul’a gelmişlerdi ve şehrin her yanında bunun tadını çıkarıyorlardı.
Peki o sırada biz ne yapıyorduk?
Tabii ki ve her zaman ki gibi !
Bursaspor’u bir kenara atmış kendimiz veya birilerinin egosu için birbirimizi yiyorduk.
Kafa dağıtmak için geldiğim İstanbul’da bunu başaramayıp kah telefonlarla kah sosyal medyadan Özlüce’deki gelişmeleri an be an takip ettim.
Daha önce de ifade ettiğim gibi Bursaspor hasta.
Bu hastalık ölümcül falan değil. Tedavisi var. ancak yanlış ellerde yanlış tedavilerle ölümcül bir hale doğru gittikçe yaklaşıyor.
Bursaspor’un bu hastalıktan kurtulması için panzehir de belli.
Panzehire de bu şehir sahip; ama o ilacı bir türlü hastaya veremiyoruz.
Güçlü ve şehri birleştirecek bir başkan ya da ekonomik olarak güçlü çevresinde de doğru futbol akıllarının konuşlandığı bir Başkan Bursaspor’un panzehiridir.
Herkes sadece ve sadece bunun için çalışması gerekirken maalesef ki bunu yapabilecek makam ve mevkii sahipleri ya umursamıyor ya da "Bursaspor küçük olsun bizim kontrolümüzde olsun" mantığındalar.
O makam ve mevkii sahipleri yukarıda saydığım kriterlere uyan bir yönetimi iş başına getirmek için çabalayıp bunu başarsalar tüm hem onların baş ağrısı hem de Bursaspor’un sıkıntısı bitecek aslında.
Ama bunun bir türlü idrak edemiyorlar.
Gelelim o unsurlardan biri olan Divan’a…
Bizzat yaşadığım anekdotla başlayayım.
Önceki Divan Yönetimi zamanı kulüpten üç İstanbul kulübüne üye olanların ihracının konuşulduğu bir toplantıda Divan Başkanı yanındaki kişiye “Ama onlar da o kulübe üye ihraç edemeyiz” diye alçak sesle konuşmasına bizzat şahit olmuştum.
“Onlar” dediği kişiden biri zaten emirleri aldığı biriydi.
Yani bu “Adamına göre muamele” işleri eskiden beri vardı.
Dün Recep Günay’a yapılan da buydu.
İstedikleri bir aday çıksa o listeler öyle didik didik edilir miydi sanıyorsunuz.
Ha bu arada Recep Günay’ın adaylığını desteklediğimi falan sanmasın hiç kimse.
Son derece karşıydım.
Şu şartlarda bu işe kalkışması yanlıştı.
Bu iş sevgiyle, Bursasporlulukla olacak olsa ilk adaylardan biri olurduk bizlerde.
O yüzden herkes haddini bilerek hareket etmeli.
Günay noter imza işini dahi organize edememişti. Bu şartlardaki kulübü nasıl yönetecek?
Bu arada bir imza için insanlardan dünya para alan noterin yaptığı hata da kabul edilebilir gibi değil.
Ancak burada beni en çok rahatsız eden asıl konu Divan Başkanlık Kurulu’nun hareket tarzı, yöntemi ve üslubuydu.
Başkan adayının yanındaki yönetici adayına lakaytça “Sen ne iş yapıyorsun bakayım” diye sormak nedir ?!
Divan Başkanlık Kurulu bu süreçte hadlerini fazlasıyla aştı.
Hatta vebal alıp sorumluluk altına girdi.
Bu “Vebal ve sorumluluk” kısmını yazının sonunda açacağım.
Sadece dün değil süreç boyunca Divan Başkanlık Kurulu yapması gerekeni yapmadı.
Yani bahsettiğim tarzda bir başkan ve yönetim oluşturmak için çabalamadı.
En azından “Aday olamayın” diye birilerine karşı gösterdiği çabayı göstermedi.
Evet haftalardır kongreye hazırlanan planını, programını da yapmış olan isimleri bizzat arayarak “Aday olmayın” deme cüretinde bulundular.
Divan'ın görevi adaylık kabullerinde 15:00-17:00 arası Özlüce'de olması mıdır sadece? Bursaspor soyup soğana çevrilerken, her şekilde zarar ettirilirken, gün be gün eriyip giderken piyasada olmayıp da kongre zamanları ortaya çıkıp her şeye hükmedemetmeye kalkamazssınız.
Güçlü başkan çıkarmak için gereken çabayı göstermiyorsun, aday olmaya çalışana engel oluyorsun hepsinin üstüne tuz biber ekercesine “Geçen seneden bu yana Bursaspor doğru yönetildi. Ömer Furkan Banaz'a teşekkür etmesini bilelim” diye akla zarar bir açıklama yapıyorsun.
Hayırdır Bursaspor’un bilmediğimiz bir başarı kriteri mi var ve bunu siz mi biliyor ve belirliyorsunuz?
Bursaspor personele veya oyunculara maaş ödesin faturaları yatırsın diye mi kuruldu?
Bizim başarı kriterimiz bu mu oldu artık?
Bursaspor Süper Lig’de değilse ve orada da zirveye oynamıyorsa başarısızdır.
Bursaspor adına ikinci Lig denen aslında üçüncü ligde güç bela ligde kaldı farkında mısınız?
Ne başarısı?!
Pilot takımımız bile bu sonucu alsa başarısızlıktır. Bursaspor'dan bahsediyoruz.
Sportif ve ekonomik olarak tarihin en başarısız dönemini geçiren Bursaspor’da teşekkür edilecek kimse yoktur.
Ha vardır tabii ki!
Şehirde ve camiada görevini yapmayan veya yanlış yapan kim varsa teşekkür edip yollar ayrılmalıdır.
Zaten başarısızlığın gerçek sorumlularına bedel ödetmediğimiz için buralardayız.
Divan da son yaptıklarıyla bunlardan biri olmuştur.
Eskiden “Etkisiz eleman” diye elleştirdiğimiz Divan artık kötü etkilerde bulunmaya başladı.
Ama en önemlisi büyük bir vebal ve sorumluluk aldı.
Bursaspor Camiasının başarı kriteri ve beklentisi bellidir.
Bu sezon için de Ocak ayında transfer tahtasının açılması ve üst lige çıkılması, sonrasında da Süper Lig'tir.
Evet Divan Kurulu bu hamle ve hareketleriyle bu sorumluğu en az Bursaspor Yönetimi kadar üzerine almıştır.
Artık ne yaparlar ne ederler bilmiyorum; ama ya o tahtayı açarlar ya da camia olarak kendilerine teşekkür ederiz, etmeliyiz.
Sadece isimlere de değil, Bana göre Divan makamına da.
Zira kurulduğundan beklentileri karşılayamayan hatta bugüne kadar toplu iğne başı kadar faydasını görmediğimiz bir makamın bu şekilde devam edecekse varlığını sürdürmesine çok da gerek yok.
fikret 2 yıl önce