Aşık olduğum, damarlarımda akan kanın kah donup kah coştuğu, gözlerimi hayranlıktan kapatamadığım, çene kaslarımın gevşeyerek ağzımın epey uzun bir süre açık kaldığı bir gündü o gün..
Ben o gün aşık olmuştum..
Sonra o aşk tutkuya dönüştü..
Şimdi ise gurur, kıvanç ve hiç geçmeyecek kemikleşmiş bir sevgi, kalbimin tam merkezindeki..
Bursaspor’un maçını stadda ilk kez izleyeceğim o gün, gözlerim bir an kapalı kale arkası tribününe takıldı.
Ve 90 dakika orada kaldı.
O senkronize coşku, o ta yürekten gelen tezahürat sesleri, o marşlar, o erkek seslerinden oluşan gür koronun söylediği besteler, o cümbüş, o uyum, o ahenk, o stadı çepeçevre saran neredeyse elle tutulacak kadar gerçek olan ruh, o kelimelerle tarif edilemeyecek kadar olağanüstü tek vücut olma hali, yekten haykırış, beni saç diplerimden ayaklarıma kadar ürpertti. Büyülendim.. Efsunlandım, hücrelerime kadar sarsıldım..
Sadece o şova değil, bir şehrin insanlarına o şovu yaptıran inanca, güvene, sevgiye, bağlılığa, bir şehre ait olmanın ve bir şehri damarlarında hissetmenin kutsiyetine, o anki psikolojisi ne olursa olsun, her türlü olumsuzluğu stad dışında bırakarak, sadece takımlarının başarısına, utkusuna kilitlenmiş bir stat dolusu taraftarın, şah damarlarını şişire şişire, aynı yöne bakıp, aynı anda aynı ezgileri dillendirip, bedenlerin aynı anda salınımı, dansı, vaveylası, azgın sulara benzeyen coşkusu, zafer tutkusuyla çıldırışı beni hürmet ve hayranlıkla karışık bir sevginin ilk basamağına çıkardı..
Şimdi o sevginin şahikasındayım..
Şehrimi ne kadar seviyorsam, şehrimi temsil eden takımı da o kadar seviyorum..
Yeşil türbe, Uludağ, Mudanya, kaplıcalar, teleferik, şeftali, bıçak, havlu, İskender, kestane şekeri, cantık, külliyeler, camiler, şadırvanlar, Osmanlı ruhu neyse, Bursaspor da o benim için..
İnsan öz evladı dururken, başka çocuğa ana babalık yapar mı?
İnsan kendi dev stadı inşa olurken, başka statlara hayran olabilir mi?
İnsan kendi yeşili kendi beyazı dururken, sarıya, kırmızıya, laciverde, siyaha, turuncuya, bordoya gönül verebilir mi?
İnsan kendi gözünün nurunu bırakarak, başka gözle dünyayı izleyebilir mi?
Nasıl olur ki böyle bişey?
İnsan kendi evladının kokusunu duymayı reddedip, başka evladı sevebilir mi?
Ben şimdi dağı, deniz, yeşili, çınarı, yaprağı marka olmuş şehrimin takımını da marka yapmak için, bana; yani “şehrin insanına” ihtiyaç duyulduğunun farkına varamadan, varmak istemeden yaşarsam bu şehirde, ihanet etmiş olmaz mıyım caddelerime, sokaklarıma, çeşmelerime, toprağıma, kendi coğrafyama?
7’den 77’ye neredeyse tüm şehrin dualarını kim reddedebilir. Şampiyonluğa ramak kala teyzelerin, ninelerin, stad dışı basamaklarda, evlerde, camilerde, Kültürpark çimlerinde ellerinde Yasin kitabı, mırıl mırıl dua edişlerini; şehrini seven herkesin gözlerinde yaşlarla, ağlayarak, uyumadan, yemeden içmeden, ruh gibi gezinerek sadece dua ettiği o günler çok da uzak değil..
İnançla ve sevgiyle hallolur her şey.
Tıpkı bugün olacağı gibi…
Sırtına yeşil beyaz formayı geçirip işine giden, kupa için dua eden; karnını doyuran, evini barkını veren, sırtını yasladığı, sınırlarında mutlu olduğu, nefes aldığı ŞEHRİNİN takımı kazansın isteyen insanların yüzlerine yansıyan vefa duygusunun maddi karşılığı yok bu dünyada..
Bugün büyük bir gün..
Forma terleten futbolcularımızdan, takımın direksiyonu teknik direktör ve antrenörlere; saha çimlerini biçen çalışandan, malzemeciye; masörden, top toplayıcıya kadar, şehrinin takımına gönül vermiş tüm vefalı insanlara, tüm Bursasporlulara selam olsun..
Vefa İstanbul’da bir semt değil..
VEFA, kendi değerlerine sahip çıkabilme erdemi..
Vefa, Bursaspor'a gönül vermek..
Benim güzel takımım, benim aslan futbolcularım, benim canım hocam Şenol Güneş, payitahtım, Bursa’m için kazanın bu savaşı..
Sizler bizim gönlümüzde her daim muzaffersiniz, tıpkı bugünkü utkuyla perçinlenecek aşıkımızın muzaffer olduğu gibi…
Alın kupayı da Fehmizat Bayraktar'a götürelim, Abdül Abi'ye götürelim haydi be ne olur...
Yaşasın Bursaspor’umuz..
Bizim kanımı canımız öz çocuğumuz…
O kupa Bursa’da kalacak…
Kalacak…
Başka yolu yok…