Sizi en çok hangi kitap etkiledi bugüne kadar? Çok kitap okuduysanız, içlerinden sade birini veya ikisini çekip çıkarmak sanki bütünlüğü bozmak gibi, okuma zevkine bir parça kabalık etmek gibi, grift olarak birbirine bağlanan ve dolanan ve hatta birbirinin içinde eriyen dalları çözüp açmak, gerçekliği, hakikati, somutluğu kel bir şekilde ortada bırakmak gibi bir acımasızlıktır bana sorarsanız.
Ama insanın kalbine mıh gibi oturan, kalbinin -sanki bir odacığı bir damarı bir dokusuymuşçasına- parçası haline gelen; cümleleriyle, kurgusuyla, kahramanlarıyla, hayata yön verişiyle, kişiliğin bir parçası haline gelen bir kitap var mı hayatında derseniz bana, yüksek sesle şunu derim:
Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanı…
Reşat Nuri’nin kaleminden dökülen ve sanki romanın baş kadın kahramanı Feride’yi gerçekten yaşamış bir kişilik gibi sevdiren, onun izlerini sürdüren, soğukta yelde Bursa’da Zeyniler köyünü aratan, köyün girişinde sarsıla sarsıla ağlamaya sebebiyet veren bu romanı ve karakterlerini unutmam, içimden atmam, gönül geçirmem kabil değil.
Bir kadının iç dünyasını, hislerini bu kadar güzel ve gerçekçi kaleme alabilmek her yazarın harcı değil.
Çalıkuşu’nun çok eski bir baskısı evimizdeki vitrinin kitaplık gözünde dururdu. Rahmetli babam öğretmen olduğu sene almış, kitabın ilk sayfasına da ismini yazmış, kitap sararmış yaprakları ile kitaplıkta durur iken, bir gün tesadüfen kapağını açıp ilk sayfasını okumamla, Çalıkuşu’nun esrarlı ve bağımlılık yapan dünyasına meftunluğumun ilk adımını atmışım da haberim yokmuş,
Bir solukta okuduğum kitabı –ya ilkokul son sınıfta ya da ortaokuldaydım- şu yaşıma kadar abartısız 20 kez okumuşumdur. TRT’de yayınlandığı sene benim dönemimin kızları hep Feride gibi konuşur, Feride gibi güler, Feride gibi hissetmeye çalışırdık. Çalıkuşu’nu bu kadar sevmemde Aydan Şener’in kusursuz güzelliği, tatlılığı ve Feride ile tinsel ve bedensel anlamdaki şaşırtıcı uyumu da etkiliydi.
Feride ile Kamran’ın temiz aşkları, dizinin jenerik müziği, diğer oyuncuların başarısı, Reşat Nuri’nin içten kalemi beni şimdi bile huşudan tir tir titretiyor.
Bir de sanırım Feride’de kendimden çok şey buluyorum. Feride’nin ele avuca sığmayan haylaz tarafı, coşkusu, neşesi, saflığı ama tüm bunlara rağmen kırılgan ve hassas oluşu, şımarıkça hallerine rağmen aslında olgun, örselenmiş ve bir parça yaralı ruhu beni ona çok yakın hissettirdi hep.
Ağacın tepesine tüneyip bir yandan elindeki elmayı ısırıp “Neriiiiman, Neriiiiman” diye kahkaha atışı, Kamran’ın Dame de Sion’a her gelişinde Feride’ye fondan getirişi, Feride’nin Munise’yi sahiplenişi, köylerde çektiği eza, verdiği yaşam mücadelesi, yüreğini yakıp kavuran aşk acısı, romandaki tüm diyaloglar, replikler, iç sesler, cümleler mıh gibi aklımda, ezberimde, gözümün önünde.
Feride’nin Zeyniler köyünde yaşadıkları, Kamran’a üst üste “Ben Gülbeşeker’i çok sevdim de” dedirtişi, at arabası, teyzesinin konağı, kavuşmaları ve kitabın o akıldan çıkmayan son cümlesi:
“Yanlarındaki ağacın dalında bir Çalıkuşu ötüyordu”
Ben Reşat Nuri’nin kaleminden bir ab-ı hayat gibi, bir yaşam gibi, hiç bitmeyen bir tutku gibi, derin depderin bir okyanus gibi, gümrah bir yağmur gibi dökülen bu cümleleri, bu kitabı, Gülbeşeker’i, Feride’yi o kadar çok sevdim ki, sevgimi nerede nasıl taşıyacağımı bilemiyorum…
Çok kitap okudum. Ama Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu’su benim kalbimin kitabıdır… Kalbimden çıkmayandır.