Acaba yaşlanıyor muyum yoksa daha mı duru görüyorum dış dünyayı, hayata baktığım pencere daha mı berraklaştı ayırt edemiyorum ama benim içinde büyüdüğüm, beni şekillendiren, kişiliğimde, karakterimde, hayatı yorumlayışımda pay sahibi olan eski Bursa ve onun geleneksel yaşam stili, Nilüfer’de kurulan yeni Bursa ile öyle zıt ki.
Derinliği, eskimişliği, bu eskimişliğe koşut olarak üzerinde taşıdığı hikayesi; mazbut, seçkin ve ağırbaşlı bir tortusu olan, yıllanmışlığın verdiği tecrübeyle köklü bir öyküyü anlatan, kadim bir şarkıyı söyleyen dükkanlar, mekanlar, mağazalar, eski pasajlar, müdavimlerinin gayet iyi bildiği işletmelerle dolu olan kent merkezi, Nilüfer’in taze ama tatsız mekanları yanında kıymet kaybetmiş zannı uyandırabilir. Ama hayır durum asla böyle değil. Dar ve yokuşlu sokaklarla, eski cumbalı evlerle, asırlık köfteciler, tahinli pideciler, köklü pastaneler, esaslı ve soylu aktarlar, kuru kahveciler, ayakkabı tamircileri, zeytinciler, süthaneler, kuru yemişçiler ve sairesiyle bu Osmanlı kentinin tüm güzellikleri ve zenginlikleri, bilhassa kendi kalbinde, kendi merkezinde yatar.
Yeni Bursa’nın janjanlı, birinci sınıf yapı malzemesiyle döşenmiş, ışıl ışıl ve görkemli mekanlarında asla bulamadığım samimiyeti; Mahfel’de, Koza Han’da, Pirinç Han’da yüzyıllık çınarların gölgesi altında tüm kalbimle duyar, mesut olurum.
Balığımızı Tuzpazarı’ndaki balıkçılar çarşısında Erdoğan Abi’den; kıymayı, eti Çavdar süthanesi’nin yanındaki Güllüoğlu kasabından, kahvaltılıkları kimi zaman peynirciler hanından, kimi zaman da Sütmanlar’dan, ama illaki süthanelerden; kuru yemişimizi ve çekilmiş kahvemizi Yeşil Caddesi girişindeki Kafaoğlu kuruyemişçisinden; aktarlık malzemeleri, şifalı ot ve bitkilerle baharatlarımızı Gümüşçeken Caddesi’ndeki Esin Baharat’tan; yufkamızı ve Kemalpaşa tatlımızı Kapalıçarşı içindeki Turan yufkacısından almazsak sanki işimiz rast gitmezmiş, sanki bu mutena şehire ve yıllanmış kadim dostluklarımıza ihanet edecekmişiz gibi gelir.
Kuruyemişçimiz Sabahattin Bey ve ailesinin güler yüzlü ve sıcak sohbeti, Güllüoğlu kasabı çalışanlarının nezih gülümseyişleri ile gönenip kıyma çekilirken ayaküstü ettiğimiz Bursaspor sohbetleri ve hele mevsim yazsa ikram ettikleri koruk suyu, Esin Baharat’ın kırk yıllık dost güvenini damarımıza zerk etmiş İrfan Abi ve iki oğlu, her alışverişte kuru kayısı içine sıkıştırdıkları cevizi rafine bir gülümseyişle ikram edişleri, esnafın güler yüzü, güvenilir tavrı, içtenlikli edası bizi köklü ve geleneksel Bursa’da yaşadığımıza şükrettirir.
Kayhan Köfte Evi’nin hem köfteleri, hem esnaflığı incecik işlenmiş oya gibidir. Serkan bize kendimiz evimizde hissettirir. Hem karnımız doymuş hem de mutlu çıkarız o dükkandan. Ömür köftecisi de, Üç köfte de sevdiğimiz mekanlardandır. Salaş, gösterişsiz, iddiasız ama sonuna kadar güvenilir, esenlikli ve ferah…
Muradiye’nin külliyesinde akmadan duran ve insanı çepeçevre kuşatan zaman, Tophane’nin Ortapazar’ın daracık ve sükunet içinde yüzen sokakları, eski çorbacılar, eski börekçiler, cezri pastaneler; misal Ülkü, Ulus, Kafkas pastanelerinin yeni versiyonlarını Nilüfer’e de açsalar da suni bir his uyandırır nedense bende.
Üzülürüm yaşı 13 ila 20 arası olan nesil ne ayakkabılarını Sebatlı kunduradan giyebildi, ne Kozahan’da simit ayran keyfi yapabildi, Ne Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nun kalın kadife perdeli salonunda oyun izleyebildi, ne Sönmez İş sarayında kitap bakabildi, ne Mahfel’in serin ve hummalı kalabalığında, öğlen ve ikindide yaprakların arasından masalara sandalyelere düşen güneş parçaları arasında dost sohbetleri edebildi…
Etini, peynirini Beğendik’ten alan, Podyum Park kafelerinde son model telefonların ekranlarından kafasını kaldırmadan sohbet etmeye çalışan, Gümüşçeken’de pedalla çalışan sokak çeşmesinin varlığından bile haberdar olmayan, Kafkas’ın önünde hiç randevu saatini beklememiş, Koza’nın kulpsuz fincanlarında Türk kahvesi içmemiş, ayakkabı alışverişini internet üzerinden yapan yeni bir nesil var şimdi Yeni Bursa’da. Çoğu yabancı dil bilen, sırım gibi boylu poslu, eli yüzü düzgün ama geleneksel Bursa’nın kendine has lisanını bilmeyen, Bursa’yı bilmeyen, Bursa’ya yabancı yeni bir nesil.
Nilüfer’in geniş ve tertemiz caddeleri; çift banyolu, konforlu, nefis daireleri; ışıl ışıl ve her türlü alafranga ürünün kolaca bulunabildiği alışveriş merkezleri, kültür merkezleri, sinema salonları, restaurantları, kafeleri var var olmasına, ama şehir ruhu yok…
Orası Bursa gibi değil de, sanki İstanbul’un Ataköy’ü gibi, kim kime dum duma dedikleri bir hayat.. Tatsız tuzsuz ve renksiz.
Samimiyet, kadirşinaslık, kıymetbilirlik, derinlik, yıllanmışlık, yıpranmadan eskimişlik ve bir hikayeye dönüşme sanatından uzak, modern ve soğuk bir YENİ Bursa var batı yönünde…
Dostlar kusuruma bakmayın ama ben o ışıl ışıl ama dilsiz, hikayesiz, şarkısız yeni Bursa’yı değil; kırık dökük, yorgun ama Servet-i Fünun şiirleri kadar içli eski Bursa’yı seviyorum…
Baksanıza bana bunca şeyi yazdırmasından da belli değil mi o yıllanmış şarap misali Bursa’nın eskidikçe güzelleşen ruhu…
En şık AVM’ler, en klas cafeler, en geniş caddeler, en “içinde at koştur daireler” sizin olsun..
Ben geleneksel Bursa’nın daracık, ahşap ve tahinli pide kokan sokaklarında yitip gitmek istiyorum…
Ben eski Bursa’yı seviyorum…