Geçen hafta geleceğin kentlerinin şekillenmesinde öne çıkan aktörün iklim değişikliği olduğunu, bu değişimin en etkin motorunun da, insanoğlunun yerküre üzerindeki yaşam sürecinde atmosfere aktardığı seragazları olduğunu vurgulamıştım. Seragazı salınımlarının önde gelen kaynakları olarak, enerji üretim tesisleri, ısınma sistemleri, katı atık depolama alanları ve ulaşım araçları olarak sıralayabiliriz. İşte bu salınımları en aza indirmenin yanında, içinde yanıcı olanlarından, örneğin metan gazı, tekrar yararlanmak ve bütün kullanımlarda tasarrufu öne çekmek etkin bir çıkış yolu olmaktadır.
Aslında geleceğin kentleri için bu anlamda güzel örnekler var, Almanyanın Freiburg kentinde katı atık depolama alanından çıkan gazlarla enerji üretilir, jeneratörlerin bu üretim sürecinde havaya bıraktığı ısı buhar kazanlarına aktarılır ve elde edilen buharla da kentin bir bölümü ısıtılır. Haydi gelin, DOSABın buhar ihtiyacının bir bölümünü, kömür santralı kurma yerine, İstanbul caddesindeki doğal gaz enerji santralının havaya bıraktığı ısıyla karşılayın
İsveç, geleceğin kentlerinin İklim Değişikliğini tetiklemesine karşı etkin bir adım attı, geri dönüştürülemeyen çöpleri yakarak enerji üretiyor, kendi çöpleri yetmiyor, çöp ithal ediyor.
Yukarıda da vurguladığım gibi, etkin bir CO2 üretim mekanizması da kent içi ulaşım sistemleri oluyor. Bu alanda da geleceğe yönelik iri adımlar atılmaya başlandı. Raylı sistemler kent içi ulaşımın iskeletini oluştururken, kentlerde yürüme ve bisiklet kullanımı yaygınlaşıyor. Geleceğin kentlerinde yaşayacak insanlar, kent içindeki hareketlerini ağırlıklı olarak yürüyerek ve bisikletle yapacaklar veya raylı sistemleri kullanacaklar. Ve de bugünlerde üretime sokulmaya başlayan elektrikli otomobillerle, daha ileri adım, şoförsüz otomobillerle
Geleceğin kentlerindeki yaşamı, teknolojideki hız kesmeyen gelişmeler şekillendirecek, kolaylaştıracak. Bu anlamda gene güzel bir örnek var, Güney Korenin Songdo kenti, kent yönetimi 2005-2009 yılları arasında 40 milyar dolar tutarında yatırım yaparak tüm kenti yöneten bir teknolojik algılama sistemi kurmuş, kente yerleştirdiği sensörlerle, kentsel dokunun değişimlerini, hava sıcaklık değişimlerini, ulaşım sistemlerinin işleyişini, halkın kent içindeki hareketlerini ve benzeri tüm yaşam unsurlarını 24 saat gözlemliyor. Kent yönetimi oluşan aksamalara anında müdahale edebiliyor, gözlemlerin topladığı veriler doğrultusunda kentin gelişim planlarını ve uygulamalarını doğru yönlendirebiliyor. Evlerden çöpler, döşenmiş bir borulama sistemiyle vakumlanarak toplanıyor, toplama merkezinde ayrıştırılıyor ve geri dönüştürülmeyecek bölüm yakılarak enerji üretiliyor
Yerküre üzerindeki yaşamın en önemli destekleyicisi doğa, sularıyla, topraklarıyla, bitkileriyle, ormanlarıyla, üzerindeki canlı yaşamıyla
Biliyorsunuz yapılan tahminler, bugün 7 milyar olan dünya nüfusunun bu asrın sonunda 10 milyara ulaşacağını gösteriyor. Bu da yeni kentlerin kurulacağını, mevcut kentlerin büyüyeceğini işaret ediyor ve de doğanın hırpalanacağını
İnsanlık içinde yaşadığı ikilemi çözmek zorunda, bu topraklar üzerinde yaşamını devam ettirecekse doğa varlıklarını korumak zorunda, ama kendine de bir yaşam ortamı oluşturmak zorunda
İşte bu ikilemin çözümü geleceğin kentlerinin doğru oluşumundan geçiyor, bu doğru oluşum da kentlerin doğayla bütünleşik olmasından geçiyor.
Sonuç, eğer bu yerküre üzerinde biz sağlıklı ve huzurlu yaşamak istiyorsak, gelecek nesillerimizin de yaşamlarını aynı şekilde sürdürmelerini istiyorsak, atmosferiyle, suyuyla, toprağıyla, ormanlarıyla, canlı varlıklarıyla içinde yaşadığımız, yaşamaya devam edeceğimiz doğanın tüm değerlerini korumak zorundayız, geleceğin kentlerinin olmazsa/olmaz kuralı bu
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?