Bugün sevgili okurlar, Nisan ayındayız. Kurumlar Vergisi beyanname verme süresi başlamış olmasına rağmen, vergi ve mali konulardan bahsetmeyeceğim. Biraz nostalji, biraz hamaset yapıp anı paylaşacağım.
Geçen hafta Cumartesiyi pazara bağlayan gece sabaha karşı saat 04 de Rumelisiad derneği üyelerinden kadınlı erkekli 35 kişilik bir grupla Çanakkale gezisi yaptık. Geri dönüş de yine gece 02'de oldu. Yorucu ama dolu dolu bir gezi idi. Böyle gezilerde rehber çok önemlidir. Süper bir rehberimiz vardı.
Lapseki'den Gelibolu'ya çıktık. Sonra Eceabat'a doğru yaklaşarak 1915 te önce deniz savaşlarının olduğu mekanları dolaştık. Daha sonra da çıkarma sonucu hücum, karşı hücum ve siper savaşlarının yapıldığı mekanları gezdik. Kilitbahir, Eceabat, Kemal yeri, Anafartalar, Arıburnu, Kirte, Maydos, Karanlık Liman, Seddülbahir, Koca Seyit, 57. Alay, 57. Alayın Avustralyada olan bayrağı, şehitlikler, Anzaklar, İngiliz, Fransız, Anzak anıtları, Türk şehitlikleri ve Çanakkale anıtları, Yahya Çavuş. Bunları tek tek menkıbeleri, hikayeleri ile anlatmaya kalksak herhalde koca bir kitap olur.
Çanakkale'ye ilk gidişim 1963 yılında idi. O geziye birazdan döneceğim. Tabii o zaman Milliyet gazetesinin önderliğinde yapılmakta olan Çanakkale anıtı henüz yeni yeni bitmeye başlamış, düzenlemeler yapılıyordu. Yanlış hatırlamıyorsam Çanakkale 17.000 nüfuslu bir şehircikti. Şirin bir tarım şehri. Gelibolu veya Avrupa yakasındaki esas Çanakkale harplerinin yapıldığı yerler ise kısmen harabe halinde idi ve o zamanlar hala Çanakkale muharebelerinden kalan silah,, mühimmat, kurşun ve bomba artıkları her yerde görülmekte, bulunmakta idi. Harpteki saldırgan ülkelerin mezarlıkları bakımlı, güzel, bizimkiler ise perişan vaziyette idi. Çanakkale savaşlarını bilen benim gibi tarihe de meraklı insanlar için bu durum çok üzücü idi. Çok şükür ki, yıllar geçtikçe, bu durum düzelmeye başladı. Biz de tarihimize ve şehitlerimize yakışır düzenlemeler yapmaya başladık ve yapıyoruz da. Bu tip yazılarda bir kısım kimseler, hemen niye Atatürkten bahsedilmiyor der. Buna hiç lüzum yok ki. Bakın ne yaparsanız yapın, hemen bir yerde Atatürk sizin karşınıza çıkıyor. Bu yazıda da KEMAL YERİ Geçti. Anafartalar Conkbayırı denince hepimizin aklına ATATÜRK gelmiyor mu? Çanakkaledeki atak hareketleri, yerinde kararları hem bulunduğu bölgede kesin bir yenilgiyi önlemiş ve hem de Atatürk'ün Osmanlı devleti ve padişah tarafından tanınmasını sağlamış ve paşalığa giden yolu açılmıştır. Bu paşa dikkatle takip edilmiş ve yenilgiden sonra vatanın kara bahtını kurtarmak için vazifelendirilmiştir.
Geri dönerken Çanakkale çarşısına geldik. Çanakkale içinde aynalı çarşıdan bahsetmeyeceğim. Ben Çanakkale içinde Agora meyhanesinden bahsedeceğim.
1963 yılı idi. Türkiyede bir çok ilde elektrikler hala jeneratörle elde ediliyor ve bir çok geceler karanlık oluyordu. O yıllarda elektrifikasyon hamlesi başlamıştı. Ben de Türkiye Elektrik Kurumunda (o günkü adı ETİBANK) çalışıyorum. 18 yaşındayım. Bir gün müdürüm beni çağırdı. Elime bir koca çanta dolusu para verdiler. Balıkesir, Çanakkale, Biga, Çan, Ezine, Edremitte yapılmakta olan elektrik hatları ve trafolarda çalışan işçilerin bir aylık maaşları bu çantada idi. Altıma koca bir Enter (İnternational) kamyonet, vazifeli bir şoför ve bir de koruma verdiler. Bordrolar da verildi. Git, bordroları imzalat ve işçilerin paralarını dağıt dediler. 18 yaşında bir çocuk için ne kadar büyük bir gurur kaynağı ve iş olduğunu siz düşünün artık.
Neyse, Çanakkale'deyiz, akşam oldu. Para dağıtamayacağız, ertesi sabah dağıtacağız. Otele geldik. Bizim şoför bıçkın biri. Hadi dediler, şurada bir meyhane var. Adı AGORA MEYHANESİ. Oraya gidelim. Biraz yiyelim içelim. Tabii ben 18 yaşında, içki içmeyi biliyor muyum, hiç içtim mi? Yıl 1963. Ama adam yerine sayılıp meyhaneye içmeye çağrılıyorum.
Koca para çantasını aldık, AGORA meyhanesine girdik. Plak agora meyhanesi ve o günün şarkılarını çalıyor. Ben çantayı ayaklarımın arasına aldım. Oturduk demlenmeye, yemeye içmeye başladık. Fakat bir şey dikkatimi çekti. Meyhaneye ne gelen var ne de giden. Şöyle bir dışarıya baktık ki, meyhanenin etrafı yüzlerce kişi tarafından çevrilmiş. Kimsenin meyhaneye girmesine müsaade etmiyorlar. Meğer bizim işçiler, oraya gittiğimizi ve çantayı da yanımıza aldığımızı görünce, meyhaneyi sarmışlar, gönüllü koruyucu olmuşlar, paralarını ve bizi koruyorlarmış. Ah yıllar ve insanlar.
Bu defa geçerken gördüm. Agora meyhanesi hala duruyor, ama gezinin yoğunluğundan oraya uğrayamadım. En kısa zamanda uğrayıp anıları tazeleyeceğimi zannediyorum. Yıllar hakikaten ne çabuk geçiyor. Bu arada gençlik ve delilik hakikaten aynı şey. Boşuna delikanlılık dememişler. Siz olsanız bir koca çanta para ile meyhaneye gider miydiniz?
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?