USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Nihayet Türkiye'nin de gündeminde...

21-11-2017

Antalya'da yaşanan, hem ölümlere hem de büyük hasarlara neden olan tayfun, ilk defa bizde de İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ürünü olarak tanımlandı ve yaşanan acılar medyada paylaşıldı. Meteoroloji haberlerinde de tayfunun atmosfer içindeki oluşum süreci bol bol anlatıldı ve anlatılmaya devam ediyor. Hatta bir yenisinin de Ege kıyılarını vuracağı bilgileri aktarılıyor. Evlerin yıkılması, yıkıntılar altında kalıp hayata veda eden vatandaşlarımızın varlığı, başta yörede yaşayanlar olmak üzere, hepimizi acılara boğdu. Turizm dışında, Antalya'nın önemli bir gelir kaynağı olan seracılık sektörü de tayfunun tokadını yedi ve ekonomik yaralar aldı.
Geçen aylarda Florida'yı tahrip eden İrma kasırgası sonrasında, geçen hafta da İtalya ve Yunanistan'da da, çok kuvvetli rüzgar ve yağışlar sonucu sel baskınları yaşandı, yerleşim alanlarında büyük hasarların oluşmasının ötesinde, çok sayıda insan sular altında kalarak hayatlarını kaybetti. Türkiye de 2017 yılını, son 15 yılın en sıcak yılı olarak yaşadı.
Aslında geçen yüzyılın ortalarında, dünya iklimi üzerindeki bazı değişim esintileri bilim adamlarının dikkatinden kaçmamış ve onları bu değişimin nedenlerini arama yoluna sokmuştur. Yapılan araştırmalar, dünya iklimindeki bu değişimlerinin nedeninin, yerküre üzerindeki insan yaşamının her bölümünde üretilen ve atmosfere bırakılan, ağırlıklı olarak metan ve CO2 den oluşan sera gazlarının güneş ışınlarının dünyaya ulaşım düzenini değiştirmesi olduğunu, gösteriyor.
Bu değişimleri ülke yönetimleri Birleşmiş Milletler çatısı altında, ilk defa 1956 yılında Vancouver Konferansında masaya yatırıyorlar ve yerküre üzerindeki yaşam düzeninde büyük yaralar açabileceği gerçeği ile yüzleşiyorlar. Konu Birleşmiş Milletler'in 1978 Stockholm Konferansında, 1992 Rio Habitat1 ve 1998 İstanbul Habitat2 konferanslarında çözüm önerileriyle beraber tartışılıyor. Tartışmaların hedefinde, bu değişimler sonucu doğacak doğa felaketlerinin, örneğin, kutuplardaki buzulların erimesi, okyanuslardaki su seviyelerinin yükselmesi, ülkelerin büyük yerleşim alanlarının sular altında kalarak yok olması gibi, yer küre üzerindeki yaşamı tehdit eden oluşumlarının etkisini azaltma yolunda çareler yer alıyor.
Çarelerin şekillendiği, uygulanacak kuralların netleştiği bir ortamda, ülke liderleri 2015 yılı sonunda, gene Birleşmiş Milletler çatısı altında, Paris'te toplanıyor ve ülkelerinde sera gazlarını azaltma yolunda yapacakları uygulamaları, 'Paris Taahhütnamesi'ni imzalayarak taahhüt ediyorlar.
Bu taahhütnameyi imzalayan ülke sayısı, son günlerde Suriye'nin de imzalayarak guruba dahil olmasıyla 170'e çıktı. Bunlardan, içinde Türkiye'nin de bulunduğu 27 ülkede, imzalar ülke liderlerince atılmasına rağmen, ülkelerin ulusal meclislerince onaylanmadığı için taahhütname yürürlüğe girmemiş durumda.
Bu taahhütnamenin temel kuralı, atmosfere CO2 salınımlarına neden olan tüm etkinlikleri durdurmak oluyor ve bu durdurmanın başında da kömürle enerji üretimi geliyor.
Peki ülkeler bu imzadan sonra neler yaptılar, onlara bir göz atalım. Biliyorsunuz taahhütnameyi ABD adına, o günkü başkan Obama imzaladı, ama Trump göreve gelince, ilk işlemlerinden biri bu taahhütnameyi yok saymak, oldu. Ancak ABD enerji üretiminde kaya petrolü ve sıvılaştırılmış doğalgaza ağırlık vermeye başladı.
Almanya, CO2 emisyonlarını 2020 yılına kadar yüzde 40 azaltmayı hedefliyor.
İtalya, 2020 yılına kadar tüm kömürle çalışan enerji santrallarını kapatıyor.
Çin ve Hindistan güneş ve rüzgar enerjisi üretimlerinde önde koşuyorlar. Özellikle bu alanda yakaladıkları gelişmeler sayesinde, küresel düzeyde enerji üretim kapasitelerinde en büyük payı güneş enerji üretim sistemleri alıyor.
Rüzgar enerji üretim sistemleri ise, 2030 yılına kadar Avrupa'nın önde gelen enerji üretim kaynağı olma yolunda ilerliyorlar.
Aslında atmosfere CO2 pompalayan etkin bir kaynak ta petrolle çalışan ulaşım araçları oluyor, ama bugün Avrupa kentlerinde özel araç kullanımı yerini bisiklete ve yürümeye bıraktı, toplu taşım araçları da genelde, elektrikle çalışan tramvay ve metro sistemleri. Bu köşede sizlerle paylaşmıştım, arabalarından kopmak istemeyen Amerikalılar bile artık toplu taşım sistemlerini tercih ediyor, örneğin New York'ta her sabah/akşam Manhattan adasına gelip/dönen 4,5milyon Amerikalının 3 milyonu metroyu kullanıyor.
Hadi gelin bize dönelim, gelin yaşanan Antalya felaketinden ders çıkaralım, yaşanan tayfunun müsebbibinin biz olduğumuzu kabul edelim,
Haydi gelin biz de artık yaşam tarzımızı, atmosfere en az sera gazı salacak düzene sokalım.
Var mısınız???
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?