Hüzün yoksa müzik bile tat vermez oldu sanki son zamanlarda. Her işin her yemeğin içine acı mutlaka girecek. Arası yok artık…
Bu kadar acıyı çağırınca da geliyor elbet. Yılda 7 bin dört yüz kişiyi sadece trafik kazasında kaybediyoruz. Boğulma vakaları da yıllık 200 ve üzeri…
Dahası var elbet. Düğündü, asker uğurlamasıydı derken ateşlenen silahlar bile sevince ölüm bulaştırmaya yeterli bir sebep…
Tatil sevinci, bayram neşesini de trafik içinde kaybettiğimiz hayatlar ile bedellendiriyoruz anlayacağınız.
Bir de elden çıkan cinayetler var ki her biri ayrı yürek yarası. Kadın cinayetleri ve sapıkların tecavüz edip öldürdükleri çocuklar…
Sokakta her hangi bir yerde minicik çocuklar kaçırılıyor. Günler sonra ne olup nasıl olduysa bir yerlerde cesetleri bulundukça infial artıyor ama gerçek zaten ortada.
Küçücük bedenler ödüyor; bu karakter yoksunu insan bile diyemeyeceğimiz yaratıkların hazzını… Oooff of Leyla, Eylül, Ufuk her gün bir yenisi…
Kitlesel olarak ölüme endeksli cinnet halindeyiz.
Sapkın ruhları ile sokaklara dökülmüş on binlerce insan. Ölmek kolay, kalmak zor.
Bütün bu olanları tepkisizce izlemek de ayrı bir rahatlık değil mi?
Bireysel silahlanma ile başlayan sebepsiz cinayetlerde geldiğimiz nokta işte bu! Sessizce izleyip sıranın ailemize ya da yakınlarımıza mı gelmesini bekliyoruz, ha ne dersiniz?
Etrafınıza şöyle bir bakın isterseniz, herkes mutsuz, çoluk çocuk yetişkin herkesin yüzü asık…
Evet ateş düştüğü yeri yakar derler ama hepimizin canı yanmıyor mu sanki?
Biliyorum çok klişe olacak ama, nefes alıyorsak hala bir umut var demektir umutla kalın…