Her inanışta, geçmişten gelen bir şeyler ve onları nasıl ele aldığımız ile ilgili bir açıklama var. Aslında bu açıklamaların hepsi, evreni ve onun bir mikro yansıması olan biyolojimizi pek de anlamadığımızı gösteriyor.
Karma, Sanskritçe “kri” sözcüğünden türetilen bir kelime ve “yapmak, hareket etmek” anlamını taşıyor. Hinduizm ve Budizm, yaşadıklarımızın kökeninde karma döngüsü olduğu inancına dayanıyor. Yani atalarımızın dediği "ne ekersen onu biçersin”. Oysa enazından yakın dönem atalarımız ne Hindu ne de Budist.
Mesnevi dinler de aynı şeyi, bu hayatın bir imtihan olduğunu söylüyor.
Peki bu imtihana temel olan müfredat nereden geliyor? Kader dediğimiz şey neye göre belirleniyor?
Yaptıklarımızdan sorumlu olduğumuz kesin. Ama kısa vadede, yani bu dünyadaki hayatta, ya da uzun vadede, bütünsel hayatta; nereden geldik, nereye uğradık, nereye gidiyorsak orada. Bu dünyada yaptıklarımızı biliyoruz, yapmadıklarımız ise doğa mirası.
Öyle ya; genetik olarak geldiğine inandığımız maddi özelliklerimiz varsa, manevi özelliklerimiz neden olmasın?
Sonsuzluk dediğimiz evren titreşimler yaratıyor, titreşimler onu yönetiyor... Aynısı bedenimizde var. İnsan ilişkileri açısından baktığımızda, birisi ters bir şey yapıyor; bizim vücut titreşimimiz değişiyor, o titreşim hormonlarımızı tetikliyor, al sana stres! Ya dagülümseten bir şey; al sana güzel duygular. Yunancadan gelen bu mübarek hormon kelimesi de aslında uyarma anlamına geliyor.
Ne ekiyorsak, nasıl bir etki yaratıyorsak, bumerang gibi bize dönüyor. Çünkü evrenin birer yapı taşı olarak birbirimize bağlıyız.
Ve de bu yaptığımız karşıdaki kişinin ne yaptığından bağımsız. Yani dünyevi anlamda kötü diye tabir ettiğimiz kişiye attığımız tokatın da bir dönüşü var.
O nedenle, “Allah belanı versin” bedduası yerine, “Allah ıslah etsin” hayır duası var. Her şeye rağmen...
İşte yine o nedenle Mevlana “yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel” demiş. Affetmek ile ilgili telkinler, ruhani her inancın temeltaşlarından birini oluşturuyor.
Bütün inançların; gelmişin geçmişin ortak noktası ise nefs!.. Habire içeriden bizi dürten, ayarımızı kaçıran nefse karşı yapılacak tek şey ise her şartta nötr olabilmek. Zira etki tepkiyi, tepki yeni etkiyi ... derken dağılıp gidiyoruz. Daha iyisi, atalarımız biliyor iste, "sana taşatana sen ekmek at". Evrensel tedavinin en hızlı yolu.
Ne güzel demiş Yunus akarken:
“Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil
Bir gönülü yaptın ise
Er eteğin tuttun ise
Bir kez hayır ettin ise
Binde bir ise az değil
Yol odur ki doğru vara
Göz odur ki Hak'kı göre
Er odur alçakta dura
Yüceden bakan göz değil
Erden sana nazar ola
İçin dışın pür nur ola
Beli kurtulmuştan ola
Şol kişi kim gammaz değil
Yunus bu sözleri çatar
Sanki balı yağa katar
Halka matahların satar
Yükü gevherdir tuz değil”
Nasıl bir koca gönüldür bizim Yunus!..
Sevgiyle kalın.
Yüksel Çilingir