'Patates-Soğan İthal Eden(?) Türkiye'nin Kadınlarını...''
Kadınlarımız geçen hafta, Dünya Kadınlar Gününü kutladılar düzenledikleri çeşitli etkinliklerle. Bu etkinlikler süre gelirken, ben de değerli bir dostumun gönderdiği bir internet iletisinde, yaptıklarıyla beni çok etkileyen bir kadını tanıdım, gelin aşağıda okuyacaklarınızla siz de tanıyın onu, okurken sakın bir film senaryosu okuduğunuzu zannetmeyin, bir köylü kadınımızın gerçek yaşam hikayesini okuyacaksınız, siz de onu tanıdıkça, onun kişiliğinde, Türk kadınının neler yapmaya muktedir olduğunun farkına varacaksınız
Adı, Zümran Ömür, 46 yaşında, 3 çocuk annesi, kendisi İlkokul mezunu, ama çocuklarının ikisi üniversite mezunu, biri lisede okuyor, yaşadığı yer, Kars-Boğatepe Köyü, nüfusu 218(2014), yerleşim alanı deniz seviyesinden 2400m (Uludağ 2450m) yüksekte.
Gelin Zümran hanımı, katıldığı bir toplantıda yaptığı kendi anlatımıyla tanıyalım, konuşmasına Fransızca başlayarak, kendini tanıttığının ve hoş geldiniz dediğinin, altını çizerek
'Bizler, köyümüzde evden ahıra, ahırdan eve gidip gelen, evde yemeğini yapan, televizyonlarda güzel dizilere özenen ve köyümüzden gitmeyi isteyen kadınlardık. Ama köyümüzde 2000 yılında bir kaza atlattık, 22 kişimizi kaybettik, ağıtlar yükseldi, göç vermeğe başladık, köyümüzde üretim durmuştu, kadınlar evlerinden çıkmamaya başlamıştı, hiçbir etkinliğimiz olmamaya, köyümüz yok olmaya başlamıştı.
Bir gün eşim ve bir dostumuzla oturduk, köyümüzü geri kazanmak için neler yapabiliriz, diye tartıştık.Kars-Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneğini kurduk 2007 yılında, 45kadın, 15 erkek üyemiz var. Bu dernek güçlü bir nefes oldu bize, belki de hayata geri dönmemizi sağladı. Köyümüz çevresinde 650 bitki türü olduğunun farkındaydık, dernek olarak uzman hekimler çağırdık, onlar bitkilerimizin 35 türünün sağlığa yararlı olduğunu belirlediler, bunları doğru toplamayı, doğru kurutmayı öğrettiler bize, bitkilerin güneşte değil, gölgede kurutulması gerektiğini öğrendik, güneş altında kurutulan bitkilerin içindeki özelliklerini kaybettiğini öğrendik ve kurutma atölyesi kurduk. Bitkilerimizdeki yağ oranı yüksek, topraklarımız temiz, hiçbir zaman organik gübre dışında gübre kullanmıyoruz, atalarımız bize böyle öğretti. Aldığımız eğitimlerle kuruttuğumuz bitkilerden hem krem imal ettik, hem de onların şifalı yönlerini, bazılarının sağlığı koruyucu amaçla kullanılabileceğini, bağışıklık sistemini güçlendireceğini öğrendik.
Yaz, kış soğuk olduğu için beslenmemize dikkat etmemiz, etin yanında sebze de tüketmemiz gerektiğini öğrendik.Küçük küçük sebze bahçeleri oluşturduk, sebze yetiştiriciliğine başladık. Küçük sebzecilik zamanla büyüdü, peynir türlerimiz yanında sebze de üretmeğe başladık. Atalarımızdan kalma kavılca buğdayını üretmeye devam ediyoruz.
Bu buğday türünün insan bünyesinin ihtiyacı olan vitamin, mineral, protein ve yağ oranları açısından diğer buğdaylara göre 1,5 kat daha zengin olduğunu biliyoruz. Elimizdeki 50 kg tohumdan tonlarca tohum üretmeye, bu buğdayla erişte kesmeye, ekmek üretmeye başladık.
Çevre köylerimizle tohum takası yapıyoruz, soğuk yöresel tohum ihtiyaçlarını karşılıyoruz. Ayrıca tohum temizleme makinalarımızı çevre köylerle paylaşıyoruz.
Tohum çeşitliliğimiz var, hangi tohumu, hangi bölgede yetiştireceğimize kendimiz karar veriyoruz, çünkü atalarımızdan kalan kültürümüz var.
Bu eğitimler sırasında gördük ki, kırsaldaki kadınlarımızın çoğu doktora gittiklerinde bile kendilerini ifade edemiyorlardı, iletişim, sağlık, beslenme kurslarına katıldık, bilgilendik, kendimizi ifade etmeyi öğrendik. Fransa'dan bir dernekle kardeş olduk, bir dil, bir insan inancıyla, bir yıl süre ile Fransızca kursu görerek Fransızca öğrendik. Kardeş Fransız derneğimizin desteği ile köyümüze yabancı misafirler gelmeğe başladı. Biz de köyümüzün doğal güzelliklerini öne çekerek Eko-Turizm etkinliklerine başladık.
Derneğimizin ana hedefi, kırsaldaki kadının toplumda yer almasını sağlamaktı, aile içinde söz hakkı olsun istedik, eşinin arkasında, önünde değil, yanında yer alsın istedik ve gelecek nesillerimize sağlıklı bir yaşam bırakalım, istedik.
İki yıldır, yerli/yabancı misafirlerimizi evlerimizde ağırlıyoruz, yabancılarla Fransızca konuşuyoruz, onlara yöresel yemekler, kahvaltılar hazırlıyoruz, yaz aylarında pansiyon usulü veriyoruz evlerimizi, kadının bütçesine para girsin ki, aile içinde söz hakkı olsun istiyoruz.
Köyümüz yüksek rakımlı, yaz/kış soğuk iklime sahibiz, sıcak olduğu pek görülmez, onun için eklem ağrılarımız çok olur. Onları geçiştirmek içinbitkilerimizden kremler yaptık, ayrıca yoga kursu gördük, yoga eğitimi aldık.
Bitkilerimizden çeşitli üretimlere devam edeceğiz, bir şampuan uzmanıyla tanıştık, önce kolayından başlayın, sabun yapmayı öğrenin, üretin, sonra şampuana geçeriz, dedi.
İçinde bulunduğumuz bu bina tarihidir, hikayesi şöyle; 1880'li yıllarda Gürcistan'da gravyer peyniri üreten David Moser İsviçreli bir iş adamı,trenle İsviçre'ye dönerken tren burada mola vermiş. O yıllarda trenler atlarla çekiliyormuş, gece atlar dinlensin diye durmuşlar. Sabah uyandığında çevresindeki doğanın çok güzel olduğunu görmüş, burada da gravyer peyniri yapılabileceğine karar vermiş. Köyümüzde göçebe düzeninde yaşayan, Duhoborlara, Ruslara ve Malakanlara, siz burada yerleşik düzene geçin, ben de Çardan izin alayım, burada gravyer üretin, demiş. 1901 yılında bu binayı bitirmiş, üst katı imalathane, alt katı da depo olarak kullanmışlar ve 1918 yılına kadar burada gravyer üretmişler. 1918'de savaş olmuş, burayı Türkler almış, David Moser de Duhobonlar, Ruslar ve Malakanlarla beraber ayrılmışlar buradan, ürettikleri gravyerler içerde kalmış. 2 yıl Türk askerler fabrikayı korumuşlar, 1920 yılında Gürcistan'dan bizim atalarımız gelmiş, onlar da Gürcistan'da gravyer yaparlarmış, burayı hazır görünce hemen taşınmışlar, üretime başlamışlar, sonra kooperatif kurmuşlar ve gravyer üretimini devam ettirmişler.'' Devamı haftaya
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?