Oda küçük, sade ama huzur vericidir. Perdeler sakin, gözü yormayan cinsinden…
Karyolada beyaz çarşaflar, beyaz yastık kılıfları, beyaz pikeler.
Klima ve sıcak su tek konfor.
Geriye kalan her şey süssüz, abartısız, kendi halinde, mütevazı.
Penceresi yeşilliğe ve denize bakıyorsa of ne ala.
Çocuk patırtısı, gürültü, ağlama sesi falan yoksa daha da ala.
Pansiyon sahibi hanım, hafiften kilolu, gün görmüş, modern, becerikli ve neşeli.
Bürümcük elbisesiyle sabahın şafağında kalkıp, gece hanımeli kokuları tütene kadar döneniyor ortalıkta.
Müşteriyi, müşteri gibi değil, evine gelen yatılı misafir gibi görüyor.
Babası emekli sefir, Belediye Başkanı yahut asker paşası.
Fransız okulunda okumuş, nasıl dilbaz, nasıl hayat dolu.
Şarapları kendi mayalıyor, reçelleri kendi kaynatıyor, sabah poğaçalarını kendi pişiriyor elleriyle.
Otellerin konforlu ama soğuk, mesafeli, tek tip yeknesaklığı yok bu güzelim aile pansiyonlarında.
Kahya sabah misler gibi domatesler, çıtır çıtır biberler, salatalıklar getiriyor.
Çam balları, ev yapımı reçeller, pansiyoncu hanımın elinden düşen çörekler.
Peyniri doğal, zeytini mis.
Zeytinyağı soğuk sıkım.
Gece olup yorgun argın dönünce denizden,
Mayo, bikini ipleri, plaj havluları, şortlar sallanırken balkon iplerinde,
Taze bir rüyaya dalmış gibi erguvan bahçelerinde ve o sakız gibi ağartılmış nevresimlerin arasında, deniz yorgunu, omuzları yanıktan sızlayan bedenler dalarken nefis bir uykuya,
İşte en saklı cenneti yaşarlar
Tıpkı benim gibi…
Havuzlu, açık büfeli, "herşey dahilli" lüks otelleri sevemememin sebebi ah hep bu masum, beyaz, abartısız Ege pansiyonlarıdır.
Ben, pansiyonda kalırsam anlarım tatil yaptığımı...