Sinemada İstanbul Türkçesi konuşulur.. Aslında sinemada gerçek hayat konuşulur. İnsan konuşur. İnsan hangi toprağın insanıysa onu konuşur. İstanbul Türkiye’de pek çok açıdan egemen yöre olduğu için, şivesi doğru Türkçe’ymiş gibi de bir algı yaratılır.
Film çeviriyoruz diye “geleceğim” demeyiz, “gelicem” deriz. Bir veda sahnesi çekilirken mesela, doğal olarak her zaman konuştuğumuz tarzda konuşuruz: Tekrar beraber “olucaz" deriz. Duyguların titreşimi bizden ayrı değildir zira…
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı
İSTANBUL’U dinliyorum gözlerim kapalı
İstanbul’u DİNLİYORUM gözlerim kapalı
İstanbul’u dinliyorum GÖZLERİM kapalı
İstanbul’u dinliyorum gözlerim KAPALI
Hepsi ayrı anlam taşır, ayrı şey anlatır. Vurgu da bir titreşim değişikliği yaratır. Marifet kelimelerde değil kuru kuruya, bizde yarattığı etkide….
Hatta bazen ne kelimeler yeter, ne vurgu. O nedenle İstanbul şiirinde anlamı satır aralarına koyan Orhan Veli, bir başka şiirinde “kelimeler kifayetsiz” demektedir.
Onca ilmihal yazan Mevlana, aynı oda içinde günlerce karşılıklı oturmuş Tebrizi dostuyla. Tek kelime etmeden.. Nefes alıp vermişler beraber...
Bu gönül işidir kafa işi değil.
Sana dilsiz, dudaksız sözler söyleyeceğim.
Bütün kulaklardan gizli sırlardan bahsedeceğim.
Bu sözleri sana herkesin içinde söyleyeceğim,
Ama senden başka kimse duymayacak,
Kimse anlamayacak.
Demiş Şems… Kelimelere sığmayacak kadar çok şey anlatmışlar, anlaşmışlar… Birbirleriyle bile dememeli, çünkü o anlattıkları zamandan ve mekandan bağımsız olarak evrenin her yerine ulaşmış. Yüzyıllar sonra biz de hissediyoruz.
Titreşim… Bütün hücrelerimiz, bütün evren titreşiyor… O nedenle “titre ve kendine dön” demiş gün görmüş atalarımız.
Arı olabilmek gerek tabii böylesine birbirine akabilmek için. Nefesimiz ne kadar hesapsız kitapsızsa, o kadar çok alıp verebiliriz içimize. O kadar bütün olabiliriz; önce kendimizle, sonra birbirimizle.. Bencil olanla değil, bencileyin olanla… Yaşamla… Bir olmak kafese girmek değil, birbirinin denizinde yüzmek de değil. Birlikte su olabilmekte…
Yanıbaşımızdakiyle bir olmaya çalışmak kolay. Ya yanıbaşımızda değilse cancağızımız! Nasıl hissederiz birbirimizi?..
Ne kadar özümüze dokunursak o kadar mümkün olmalı, zira kalplerimizin dokunduğu anlar orada.. Beraberken farketmediklerimiz bile! Ancak onlara sarılırsak, zamandan mekandan bağımsız bir olabiliriz birbirimizle. Ondan olmalı özlerken vücudumuzun parçalarına ayrılacak gibi oluşu, ulaşma telaşı belki de..
Uzaklara erişmek kolay değil.. Ama imkansız hiç değil…
Yunus, çilehanesinde "bilmem ki" diye zikretti. Ama bildiği bir şey hep vardı: "Bir ben vardır benden içeri."
Sevgiyle kalın