Sandıkta bekleyen sararmış büyükanne yadigarı dantellerinin mahzunluğu gibi
90’ların başlarındaki titrek, mahcup ve heyecanlı gençliğimin masumiyeti gibi
Eskiden gelen bir şarkı gibi
Hiç eskimeyen ellerim gibi
Ellerimin düşü gibi
Sevmediğim yağmurlar, gri bulutlar, yalvarışlarım dualarda, bitip yeniden hayata dönüşlerim gibi,
Annemin çok eskilerde kalan bana bestelediği ninnisi gibi,
Dolambaçsız ama kederli günler gibi
Tahterevallim gibi
Belirgin ve ölgün hatıralarım gibi
Bir “gün” var dışarda…
Özlenen, hüzünlendiren, istenen, istenmeyen, dönülse asla eskideki hazzı vermeyecek zamanlar misali…
Ve beni alıp tam 24 sene geriye savurdu…
Sene 1991. Atatürk Lisesi son sınıftayım
Aşkın Nur Yengi isimli çello çalan 19 yaşında gencecik, mahcup, soprano bir genç kız kaset çıkarmış.
O güne kadar şarkıcılar hep orta yaş.
Gencecik bir kız çıkıp gelmiş tiz sesiyle şahane aşk şarkıları söylüyor..
Biz 17-18 yaşın hülyasını yaşayan bir koca sınıf, bir 11 Edebiyat A, sınıfa teyp getirmiş, bangır bangır Aşkın Nur dinliyoruz..
Sene bitmek, diploma almak üzereyiz..
Dağılıp, ayrılacağız
Her birimiz ayrı yönlere savrulacağız..
Kanımız da deli, yaşama aşkımız da koyu..
Öğretmenler ses etmiyor
Koro halinde “Ayrılmam sarılırım hayallere” diyoruz..
Hep bir yürekten ağlıyoruz..
Koca okul ağlıyor..
11 Edebiyat A gidiyor…
Ah benim gençliğim..
Her şarkı başka iklimlere, başka zamanlara götürür..
Aşkın Nur dinlerken, evlat gibi sevdiğim 17 yaşıma gitmişim haberim yok..
Siz de olur mu?
Bir şarkıyla boyut değiştirir misiniz
Apansız?…
Öyle işte..
Beni karmakarışık eden bir gün var dışarda…
Ele rahmet
Bana eziyet "yağmur"…
Ruhumu derbeder edensin..
Ne seninle ne de sensiz dedirtensin…
Okuyana Not: Bu yazıyı Aşkın Nur Yengi’nin sesiyle “Ayrılmam Sarılırım Hayallere” şarkısı eşliğinde dinlerseniz, beni mesut edersiniz…