Bir Salgın kalmıştı, onu da yaşadık diyeceğim ama çekiniyorum, büyük konuşmak doğru değil. Allah beterinden korusun, her şey insanlar için. Yaşananlarda bir garip taraf da şu Amerikan Öngörüleri. Sanki zaman makineleri var, gelecekten geliyorlar ve yaşanacak pek çok garabeti önceden bildiklerinden filmini çekiyor ya da romanının yazıyorlar. Hani diyoruz ya Amerika bizden 100 yıl ilerde, gerçek olduğu besbelli. 1999 Marmara Depremini olduğu gibi bu Corona Salgınında hem filmini çekmişler hem de kitabını yazmışlar. Böyle düşünmeye başlayınca bendede komplo teorileri başlıyor. Acaba kaç yıl daha yaşarsam Elf’ le yada Mr.Spak’la sohbet etmek kısmet olur, yada Uzay istasyonuna kahvaltıya gitmek nasip olur mu? Allah ömür verdi ise neden olmasın. Aklıma geldi. Hollywood 1960’larda “Ayda’ki 12 adam” isimli bir film yapmış ve filmde Uzaya ilk giden 7 ülkeden Astronotlar içinde birde Türk var. Türk Astronot rahmetli Muzaffer Tema. Aradan geçen 70 senede, filmde geçen pek çok şey gerçek oldu. 7 ülkenin 6’sı uzaya gitti. Afganistan, Bulgaristan, Küba, Malezya, Slovakya, Moğolistan, Çekya, Vietnam ve daha pek çok Ülke de, Uzaya Astronot göndermeyi başardı. Ama henüz bir Türk Astronot yok maalesef. Amerika 70 yıl önce filmi çevirirken, Uzaya gitmeyi başarabilecek azim ve gayrette 7 ülke arasında Türkiye’yi öngörmüş. Ancak o tarihten bu yana umutlar giderek zayıflamış ne yazık ki. İnşallah BTSO’nun makro projesi Gökmen başarılı olur da Uzaya giden ilk Türk Astronot Bursalı olur. Belki bizde görürüz, neden olmasın.. Nereden nereye. Ekonomi yazacağım diye oturdum, söz Uzay’a gitti. Konuya, bir hikaye ile dönelim. İsmi üzerinde hikaye. Gülümsetecek. Avam bir anlatım. Ama gerçeğe de yakın denilebilecek bir özet. Hikaye şöyle… İtalya’da küçük bir sahil kasabasına zengin bir turist gelir. Bir otele girer. Resepsiyona 300 Avro bırakır ve yukarı çıkıp odalara bakmak istediğini, beğenmezse parasını geri alacağını söyler. Turist yukarı çıkıp yavaş yavaş ve oldukça detaylı şekilde, üst kattaki odaları kontrol ederken, otel sahibi odalarından emin, 300 Avroyu alıp aceleyle kasaba koşar ve ona olan borcunu öder. Kasap, otelciden aldığı parayla çiftçiye gider Ondan veresiye aldığı etin parasını öder. Cebine 300 Avroyu koyan çiftçi doğruca benzin istasyonuna gider İstasyon sahibine ödeme yaparak traktörünü çalıştırmak için açtığı borcu kapatır. Benzin istasyonu sahibi, çiftçiden aldığı bu para ile kasabanın Marketine gider ve orda açtığı veresiyeyi kapatır. Eline 300 Avroyu alan Market sahibi, doğruca otelin yolunu tutar Otel sahibine olan borcunu resepsiyona bırakır. Otel sahibi, daha resepsiyondan parayı almadan turist aşağı iner. Odaları beğenmemiştir. Parasını alır ve çıkıp gider. Kimse bir sent bile kazanmamış ve cebinden de harcamamıştır. Ama tüm kasabalı borçlarını ödemiş, geleceğe umutla bakmaktadır. 2017 öncesi Türkiye’ sine bakın. Bankalar düşük faizle bulduğu kaynağı, yine uygun faizle piyasalara aktarmış ve önemli bir canlılık ve büyüme yaşanmıştır. Ancak Otelin odaları pek iyi değilmiş ki, kaynak sağlayanlar, güven sendromuna girmiş ve musluğu kapatmış. Süreç tamamlanmadan zengin Yunanlı mızıkçılık yapınca piyasalar ortada kalmış faizler artmış, yatırımcı ortada kalmış, borçlar ödenememiş ve kriz başlamıştır. Bu paragrafın başı ile sonu arasında olanları anlatmak için kitap yazabilirsiniz. Ancak neticede olanlar işte bu özettir. Süreç yarım kalmıştır. Verilen kaynak yerine dönene kadar zaman olsa yani herkes borcunu ödese idi mutlu olunacaktı. Ama arada birileri rolünü ihmal edince zincir kopmuş ve olay krize dönüşmüştür. Üstüne de tuz, biber Corona. 3 ay önce, “Krizle nasıl baş edeceğiz” mücadelesi verirken, birden unutuverdik. Eve kapandık, sağlık derdine düştük. Ramazan geçti, Bayram geçti ekonomiyi bıraktık bir kenara. Biz onu bıraktık ama, onun bizi bırakmadığının da, bu arada iyice beslenip semirdiğinin de farkındaydık elbette. Sağlık Bakanımızın gerçekten başarılı uygulamaları ile Salgının tepe noktasını ucuz atlattık ve normalleşme sürecine girince yeniden aklımız ekonomiye yönelmeye başladı. Yazık ki, bu 3 ayda çarşı, Pazar, Market fiyatlarında % 20’lere varan artışlar gördük.. Önce Corona, sonra kriz öncesine dönülebileceğini umuyoruz yoksa durum endişe verici boyutu da aşmaya doğru koşuyor. Ya işsiz, ya da açlık sınırının altında kalmış gelirinin, giderlerini karşılamasının mümkün olmadığı, çok sayıda insanımızın durumunu kredi ile borçla iyileştirebilmek olanaksız. İmkanları Üretimi desteklemeye aktaramazsak, tasarrufu ciddiyetle uygulayamazsak, cari açığı azaltamaz, bütçe disiplinini sağlayamazsak işimiz zor. Peki acil çareler için kısa sürede ne yapacağız. Açıkçası kestirmek zor. Kendi adıma düşünüyorum. 5 büyük krizin içinden çıkmayı becerdik. Krizler büyüktü ancak sebepler ekonomikti. Neler olabileceğini az çok kestirebiliyor, kendimizi korumak adına A-B-C Planları yapabiliyorduk. Ancak bu kez farklı. Bilinmeyeni çok fazla bir denklemi çözmeye çalışmak gibi. Dış etkiler çok fazla, dengeleri nasıl etkiler belirsiz, Corona ekonomiyi nasıl etkiledi belirsiz. Siyasi kararlar dengeleri nasıl etkiler belirsiz. Özetle belirsizlik çok fazla ve bu realite endişe ve kararsızlığı arttırıyor. Yatırımcı ve üreticiyi bir süre beklemeye, dengelerin nasıl oluşacağını görmeye, risk almamaya zorluyor. Ancak bu ne kadar sürecek o da belirsiz. Bekleme sürecinin de bir maliyeti var ve buna ne kadar dayanabiliriz, oda belirsiz. Açıkça belli ki, çok acil olarak bir güven ortamına ve akıllı kararlara muhtacız. “Söz vermeyen ama güven verenin, söz vermesine ihtiyaç kalmazmış”. Moralimizi bozamayız. Ayakta kalmak, mücadele etmek zorundayız. Akıllı kararlarla desteklenmeliyiz.
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?