İnternette dünyayı dolaşarak sörf yaptık. Facebook’ta, Instagram’da, Twitter’da çokça vakit geçirdik. Bursalı olmam sebebiyle özellikle değerli dostum, Prof. Necmi Gürsakalın anılarıyla çokça karşılaştım. Soyadının Gürsakal olmasına bakmayın, sakalı yok. Necmi Gürsakal, yazıları, kitapları ve anıları ile tam bizden bir insan olduğu için devamlı takip etmeye çalışırım.
Yine çocukluğumuzdaki mahallelerden bahsedince ben de ondan aşağı mı kalacağım dedim ve enteresan bir anımı yazmaya karar verdim.
Kobitsa nedir bilir misiniz? Tabii ki bilmezsiniz. Başka bir ismi de var ama yazının ilerleyen bölümlerinde açıklamayı düşünüyorum.
Eşim, korona günlerinden birinde, biliyor musun, küçükken su taşımada sizlere çok özeniyordum dedi. Derhal 60-65 sene önceye gittim anılarımda. Yani sevgili Prof. Sakalsız Gürsakal’ın yazı ve kitaplarında anlattığı devirlere.
Efendim, 1955-1960 yılları arasında Bahar mahallesinde yaşıyorduk. Bursa Demiryolu yeni yeni sökülmüş. Şimdiki demiryolu caddesi, mahalledeki caddemsi sokaklara göre biraz daha geniş bir toprak yol halinde. Eski demiryoluna bakan evler, karşısı ıssız olduğu için biraz şanssız gibi görünüyor o zamanlarda. Mahallede evlerde su yok. Su mahalledeki çeşitli artezyen kuyularından alınmaya çalışılıyor. Bu artezyen kuyularının bulunduğu mesafe, bizim evlere 200 metreden başlıyor 1-2 kilometre mesafeye kadar uzanıyor.
En yakındaki çeşme veya artezyen kuyusu da eski demiryolu üzerinde bulunuyor. Sabah, öğlen, akşam ve gece olmak üzere çeşme başı devamlı su alanlarla dolu. Hani, şimdi televizyonda Afrika ülkelerindeki gibi, millet, baba-kız-kızan-ana-oğul-dede hepsi su sırasında. Ama en ufak bir kavga gürültü yok. Çünkü herkes aynı seviyede ve herkes su ihtiyacı içinde. Gelen kovasını, veya su kabını hemen sıraya koyuyor ve karşılıklı sohbete başlanıyor.
Kimisi bakır kovalarla gelir, kimisi güğümlerle, kimisi leğenle bile gelir, kimisi de el arabası üzerine evde bulunan ne kadar kap varsa koyarak gelirdi.
Ben erkek çocuk olarak pek gitmek istemezdim ama su en önemli ihtiyaç, ister istemez giderdim. Bizim kobitsa dediğimiz bir sopamız vardı. Bir kısmı buna su ağacı derdi. Hani eski tarihi resimlerde yoğurtçuların veya sokak satıcılarının mallarını omuzlarında taşımak için kullandıkları sopadır. Annem babam buna kobitsa diyordu. Benim aklımda da öyle kalmış.
Kobitsa veya hadi artık su taşıma ağacı veya sopası diyelim, çok önemli ve kıymetli bir araç. Bir kere 2 kova suyu taşıyabiliyorsun. Eğer taşımasını biliyorsan tek damla su dökmeden eve gelebiliyorsun. Elle su kovalarını taşırken 15-20 adımda bir durmak zorunda kalırsın. Kolların kopar. Oysa bizim su taşıma ağacını omuzuna aldın mı tamam, kahramanca ve de dikkatli olarak bir seferde eve gelebilirsin. Herkeste kobitsa yok, kolay mı bir tanesi 2,5 lira. Herkes böyle bir sopaya 2,5 lira verebilir mi? İşte o zamanlar bizim böyle bir kobitsamız olduğu için eşim de o zaman çocuk, bize çok özeniyormuş.
Bizde niye böyle önemli bir araç vardı biliyor musunuz? Benim babam, diğer birçok komşumuzun yaptığı gibi akşamları da ek bir iş yapıyordu. Birçok komşumuz ek iş olarak simit satma, boza satma, leblebi çekirdek satma, yoğurt satma gibi işler yapıyordu. Babam da ek işinde her ne satıyorsa omuzunda taşımak zorunda olduğu bir şey satıyordu.
Gündüzleri de onun taşıma aracını yani kobitsa dedikleri sopayı bizler su taşımak için kullanıyorduk. Yaa, işte böyle bu ülke böyle günlerden bu günlere geldi. Şimdi kobitsayı bildiniz mi?