Vefa… En çok tartıştığımız konulardan birisi. Daha ziyade yokluğunu tartışıyoruz. Vefasızlığı…
Senin için saçımı süpürge ettim diyor kadın kocasına. Besle kargayı oysun gözünü diyor bir diğeri. Hep bir vermek ve almak var. Sonra bir çatışma.
Çok normal aslında. Dünyaya geliyoruz. Ciciv gibi yumurtadan çıkıp hemen dolaşmaya ve kendi kendimize karnımızı doyurmaya başlayamıyoruz. Bize bakacaklar, büyütecekler.
İşte mesele burada başlıyor. İstedi anne babamız, dünyaya getirdi. Bakmaları gerektiğini biliyorlardı. O zaman beklenmedik bir durum yok. Yani yaptıkları fazladan bir şey sayılmaz.
Biz de bu ilgi alakayı varlığımızın bir ödülü sayıyoruz. Hey be, ben varım diye etrafımda pervane oluyorlar. Sonra hesap geliyor. Ama ben bedava sanıyordum! Yok öyle…
Çok eskiden kolaydı tabii, bütün dünya ev, ahır, tarla. Ya da sonraları babanın dükkanı. Ama şimdi okula gidiyorsun, para. Evleneceksin, para. Ee, ben mi istedim? İstemesen de ödeyeceksin. Hafif bir mafya olayı aslında. Senin rahat etmeni sağlarım, ama bedeli var.
Biz diyorum, ama her birimiz bir zamanlar çocuk şapkasıyla bunları yaşadık. Sonra da ebeveyn olarak yaşıyoruz, yaşatıyoruz. Yani kimseye diyecek lafımız yok.
Aslında mesele işin özünde yatıyor. Bir çocuk dünyaya getirmek istedin, getirdin. Baktın, büyüttün. Bunlar doğal sürecin bir parçası. Bunun bilincideysen sorun yok. Çocuğun işi de büyümek. O da bunu inkar etmiyor ki! Ama birey olarak dünyaya gelmiş, dünyayı keşfetmek istiyor. Kendisi olarak.
Güzel örnek şu: Anne ya da babası çocuğu elinden tutarak parka götürüyor. Çocuk tabii parka girince hemen ellerinden kurtulmak istiyor. Koşacak, oynayacak.. Ama bir yandan da anne babası orada mı diye ara ara kontrol ediyor. İşte hayat bu! Mesele varlıklarımızın teyidi ile ilgili.
Sonra, ilişkiler ağı aileyle sınırlı kalmıyor tabii. İki arkadaş, iki sevgili, iki eş, iki iş arkadaşı…
Seni ben adam ettim diyorsa biri diğerine; ebeveyn çocuğa, bir eş diğerine, patron elemanına, iş arkadaşı diğerine… Bir anlamda sen yoksun diyor. Ama var. O haliyle var. Sen katkıda bulunduysan ne ala, ama yoktan var etmedin. Evrende her şeyin bir yeri var.
“Dost arıyorum, şefkat arıyorum”
diye devam ediyor şarkı.
Dünyanın, bebekliğimizdeki gibi kendi etrafımızda dönmeye devam etmesini dileyen tarafımız da madalyonun diğer yüzünü oluşturuyor. Bir şeylere esir olmak zorunda değiliz. Ama varlığımıza katkıda bulunana da bir “varsın” demek gerekiyor. Teşekkür etmek her şeyden önce. Sevmiyorsak da sevmediğimizi söylemek.
Çünkü “insanın içindeki en güçlü duygu var olma duygusudur” diyor kitaplar. Varlıklarımızın teyidi… İnsana yapılacak en büyük hakaret de onu yok saymaktır.
2000 kriziydi sanıyorum. Toplu işten çıkarmalar vardı. Büyük firmalardan birinde, bazı işçiler sabah işe gittiklerinde kapı geçiş kartlarının çalışmadığını gördüler. Anlam veremeyip kapı güvenliğine gidince anladılar ki işten çıkarılmışlar. Bundan daha büyük hakaret olur mu? Çağır İnsan Kaynakları’na, anlat gerekçeleri. Birlikte yürüdük, ama durum bu, devam edemiyoruz de. Karşındaki bir makina parçası değil, bir hayat!..
Bir projeye yürütüyorsun, bir bakmışsın adın yok. İşin kaymağına gelince fazla görünmüş göze. Ya da bilmediğin başka bir şey. Tamam, sebebi her neyse. Ama ara, söyle. Yok sayma!
Bir bakmışsın beraber filizlendirdiğiniz bir ürünün reklamları ortalıkta dolaşmaya başlamış. Sen yoksun bir tarafa, haberin bile yok. İnsan yerine koymamış. Halbuki onun tohumunda bütün süreç var.
Bir film vardı, genç bir delikanlının bestesini alıp bir şarkıcıya okutuyorlar. Şarkı meşhur oluyor, ama bizim delikanlının adı sanı yok. Her duyduğu yerde kahroluyor tabii. Çünkü içine sevgisini koymuştu.
Tohumla oynayan GDO’lu bir hayata mahkum. Tabii ki sonra ne olacağı Allah’ın takdiri, ama evrende hiç bir titreşim yok olmuyor.
“Aşk arıyorum”
diyerek sonsuza uzanıyor şarkı.
Yaradana duyulan aşk. Yaradanılan her şeyi sevmek. Varlığına saygı duymak.
Ve “sevelim, sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz” diye devam ediyor Koca Yunus.
İyi ki varsınız.
Sevgiyle kalın.