USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

DERS ÇIKARALIM, ama geç kalmadan…

01-09-2020

 Taşkın sonrasında uzmanlarca yapılan incelemeler sonucunda, bu büyük hasarın oluşumunda iki temel neden tespit edildi. Birincisi, yıllar boyu bu tür yağışlar olmadığı için adeta kuru dere gibi görünen yatak boyunca oluşan yerleşimlerle sel sularının akacağı yatağın daraltılmış olması, ikincisi ise yağış şiddetinin, iklim değişikliğinin bir sonucu olarak bugüne kadar bölgede oluşan yağışların çok üzerinde olması, olarak değerlendirildi.

İşte bu değerlendirmeyi ben Bursa’ya, Nilüfer Çayı’na taşıdım. Benim tüm meslek yaşantım DSİ çatısı altında, Marmara Bölgesindeki su havzalarının planlanmasında, taşkın risklerinin azaltılmasında, havzaların yeteneklerine göre ürettikleri su akımlarıyla sulama sistemleri geliştirerek bölgenin tarımsal verimliliğinin yükseltilmesinde, büyük kentlerin içme ve kullanma suyu ihtiyaçlarının karşılanmasında yürütülen çalışmalarla dolu, dolu geçti. Bu çalışmalarımın içinde, her adımında büyük emek verdiğim, araştırmalar yaparak çok yönlü geliştirdiğim Bursa İçme Suyu Projeside vardı. DSİ olarak bu projeyi 1960’lı yıllarda önümüze koyduğumuzda, sanayileşmeye başlayan Bursa’nın oluşacak hızlı nüfus artışı paralelinde artacak içme/kullanma suyu ihtiyacını karşılamak üzere Nilüfer Çayını ana su kaynağı olarak seçmiştik. 

Havzanın suyu, Nilüfer üzerinde yapılacak iki barajda, Doğancı ve Nilüfer barajlarında toplanacak, Dünya Sağlık Örgütü Standartlarında arıtılacak, paslanmaya karşı korunmuş büyük çaplı özel çelik borularla ve su depolarıyla kentin tamamına suyun ulaşması sağlanacaktı. İşte bu çalışmalar 1970li yılların ortalarında başladı, 1985 yılında Doğancı Barajının, daha ileriki yıllarda da Nilüfer Barajının suyu arıtılarak kentin musluklarına ulaştı. Ve bu özellikleriyle Nilüfer Çayı Bursa’mızın yaşam pınarı oldu.

Yukarıda belirttiğim gibi, DSİ su havzalarında yıllardır sürekli olarak yağış ve su akımı rasatları yapar, bu rasatlar hidroloji uzmanlarınca değerlendirilir ve havzadan gelmesi muhtemel su akımı büyüklükleri hesaplanır. Derelerin aktığı bölgelerdeki gerek tarımsal alanların, gerekse yerleşim alanlarının taşkından korunması için de projeler geliştirilir. İşte Nilüfer Çayında bu çalışmalar da yapıldı, çayın Misi Köyü boğazından ovaya açıldığı noktadan itibaren yatak kapasitesi, taşkın debilerini taşıyacak tarzda düzenlendi.  Bu hesaplamada, her iki barajın da dolu olduğu bir konumda, havzaya düşecek yoğun yağışlar sonunda oluşacak feyezan sularını, çevreye zarar vermeden Bursa ovasını aşmasını sağlayacak yatak düzenlemeleri yapıldı. Çay Acemlere vardığında suyun bir bölümü, 1930’lu yıllarda Alman mühendisler tarafından projelendirilen ve bu nedenle Alman kanalı adını verdiğimiz kanala döner, ana bölümü tüm ovayı dolanan yatağından akar. Başkanlığım dönemimde bu ana yatağın iki sahilindeki toprak depolamalarını tanzim ederek, yakın çevre yolu adını verdiğimiz yolları oluşturdum ve İstanbul yolunu şehrin içine girmeden İzmir yoluna bağladım.

Rahmetli Hikmet Şahin Başkanımız döneminde, bu ana yatak içinde birtakım düzenlemeler yapıldığını görünce şaşırdım, araştırdım, bu düzenlemeyi yapan İstanbul’dan bir profesör olduğunu tespit ettim, kendisiyle temas kurdum, beraber yatak içinde gezdik, DSİ’nin hidroloji kültüründe tanımlanan, 500 yılda, 1000 yılda bir gelmesi muhtemel feyezan büyüklüklerinin de her an oluşabileceğini anlattım, ama dinletemedim. Ve sonuçta Nilüferin feyezan yatağı çeşit çeşit ağaçlarla dolduruldu, bu ağaçlar büyüdüler, bugün çok güzel görünümleriyle Nilüfer yatağını ve tabii kentimizi süslüyorlar, ama su akışını engelleyecek büyük bariyerler oluşturuyorlar. Bunlar yetmiyormuş gibi yatağın çeşitli bölümlerine tek katlı binalar, çocuk oyun bahçeleri de yerleştirildi, burası adeta Bursa’nın en güzel parklarından biri oldu. Ana yatakta bu peyzaj çalışmaları sürerken, Alman Kanalının kapasitesini büyüttüler, bunu güvence olarak gösterdiler. Ancak bu alanların Nilüfer çayının büyük feyezanlarını taşıyacak nehir yatağı olduğunu unuttular ve bu güzellikler dolu yapılanma, yatağın feyezan sularını taşıma kapasitesi büyük ölçüde düşürdü. Büyük feyezanlarda devrilecek ağaçların yatağı daraltacağı da ayrı bir acı gerçek.

Ben bu konuyu BUSKİ Genel Müdürüne ve DSİ Bölge Müdürüne aktardım, iki kurum olarak beraberce, yatağın bugünkü yapısı içinde taşıyabileceği feyezan büyüklüğünü, Giresun taşkınını etkileyen yağış miktarının iklim değişikliği etkisiyle beklenenin çok üzerinde olduğu değerlendirmesini de göz önünde tutarak, hesaplamalarını önerdim. Ayrıca devrilme ihtimali yüksek ağaç guruplarını belirlemelerini de. Ve bu çalışmaları sonunda Sayın Büyükşehir Belediye Başkanımıza tehlikenin büyüklüğünü, yatak içindeki binaların kaldırılmasını, akışı engelleme durumunda olan ağaç guruplarının yer değiştirilmesi gereğini anlatmalarını istedim. Umarım, konunun birinci derecede teknik sorumluları olarak bu çalışmayı acilen yaparlar.

Bu vesile ile ben de Sayın Alinur Aktaş’a sesleniyorum, Giresun taşkınından ders çıkaralım, Nilüfer Çayı yatağında gerekli düzenlemeleri yapmada geç kalmayalım…

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?