Ölçü konmuş; hakkaniyet notu iyi olanlar büyük devlet, orta olanlar bitmeye aday, zayıf olanlar ise yok olmaya mahkum. Bakın nasıl.
İran seferi için Anadolu’nun sarp dağlarında yolculuk çilesi çeken Yavuz Sultan Selim, yolda yaşlı dağ adamı bir çobana rastlar. Vücudunun tüm ağırlığını elindeki meşe sopasına yüklemiş yaşlı adam, Yavuz Selim’in yorgunluktan kan çanağına dönmüş gözlerine bakarak şöyle der: -Ben dağdaki çobanlığımı Osmanlı’nın Padişahlığına asla değişmem. Dedesi Osman Gazi’nin, İmparatorluğun kuruluş felsefesine kazıdığı; “Devletin başındaki ancak milletin hizmetçisidir” ilkesini kendisine rehber edinmiş Yavuz Selim, önce karşısındaki ihtiyar çobanın dağlardaki özgürlüğüne hayranlığını dillendirmiş, sonrasında da davranışlarında şekillenen duygu esintisinin köklerine haykırmış. “Ey çoban, ben senin bu özgürlüğün için hizmet ve başarıya mahkum bir adamım.” ***
16. yüzyıl başlarına kadar, saldıran her etkin gurubun sultasında yaşayan Filistin, 24 Ağustos 1516’ da Yavuz Sultan Selim’in Mercidabık zaferinden sonra Osmanlı’nın eline geçmişti. Filistin, o yüzyılda tarihsel bakımdan oldukça önemli, değişik inançları bünyesinde barındırması nedeniyle ilginç bir mozaik, verimli toprakları ile çok zengin bir ülke idi. Osmanlı’nın eline geçince baştan beri Filistin halkına egemen kalmak isteyen Yahudi ve Hristiyan güçler telaşa kapılmışlardı. Aralarında toplandılar. Ortak dava Türk varlığından en kısa sürede kurtulmaktı. Her iki kesimin akil insanları birtakım öneriler sundular. Etkin olacağı düşünülen ilk öneri; Filistin’deki kapital sahiplerinin, ileriye dönük büyük kazançlarını düşünerek, o gün için küçük fedakarlıklarda bulunmalarının önemli olduğu fikri idi. Alınan kararla bu konu zengin Hristiyan ve Yahudilere fısıldanmıştı.
“Maddi varlığınız sınırsız. İmkanlarınız bol. askerlerin gelip geçtiği yollara para ve altın serpiştirin. Osmanlı askerleri o para ve altınları toplayıp, havadan bol maddi çıkara alışsınlar. Cebi beleş para dolan askerin, maneviyatı zayıflayacağı için, cesaret ve direncini kaybeder. Fethe geliş amacını unutur, burada uzun süre barınamaz” denmişti. Ama Türk askeri “tabiri caizse” bu numarayı yememişti. Onların özünde saklı göz tokluğu ve kutsal inancındaki harama kapalı duruş, önüne konan tuzağı avsız bırakmıştı. Hemen, kimsenin ret edemeyeceği ikinci plan devreye sokulmuştu. Genç ve güzel bayanlar, iç gıdıklayan “bakanların gözünü alamadığı” çekici kıyafetlerle sokağa salınacak, askerler işret ve zinaya alıştırılacak, tacize teşvik edilerek, etkinliği kırılacaktı. Ama o da sökmemişti. Kalıcı kahramanlığı geçici zevklere değişmeyen “Namus anlayışı gereği” bedensel keyiflerin, ulvi davranışları yıkmasına pay tanımayan Türk savaşçıları, bu oyuna da itibar etmemişlerdi. Bu olay karşısında, durumun nazikliğini gören ve de şaşkınlığını gizleyemeyen, plancı papazlardan birisi şu anlamlı sözcükleri sarf eder. “Bu DÜRÜSTLÜK Osmanlı’yı en az 4 asır Filistin’ de, anıyla şanıyla hiç sorunsuz yaşatır. Ötesini bilemem.”