Gelin 1962 yılında Bostancı’da bahçeli, üç katlı bir ev alıp Adapazarı’ndan İstanbul’a taşınan varlıklı bir ailenin, israfın olmadığı harcama alışkanlıklarına göz atalım;
Evlerinde hiçbir zaman herhangi bir yiyeceğin eksikliği söz konusu olmazdı, örneğin çikolatalar yuvarlak gümüş bir kabın içinde durur ve torunlarının her gelişinde bir iki tane almalarına ses çıkarılmazdı ama onlar da daha fazlasını almaya cesaret edemezlerdi.
Ekmekler eve az olmayacak miktarda alınır, eğer bayatlamaya başlarlarsa, ya kızartılıp üzerine vişne şerbeti dökülerek nefis bir fırın tatlısı yapılır veya ekmek dilimleri yumurtaya bulanıp yağa atılarak çayın yanında servis edilirdi. Sadece kızartılıp kahvaltıya çıkartıldığı da olurdu, tabii köfte yapımında da kullanılırdı. Özetle evden çöpe hiç ekmek atılmazdı.
Bir gün önceden kalan pilavlar yayla çorbası veya kadınbudu köfte olarak ertesi gün sofraya konurdu. Yenen tüm etlerin kemikleri bahçede duran cins av köpeğine, kavun kabukları, sebze kabukları ve salata atıkları, bahçenin başka köşesindeki kümesteki tavuklara giderdi.
Eve gelen paketlerin iplikleri elde küçük bir fiyonk yapılıp gerektiğinde kullanılmak üzere hep aynı mutfak çekmecesine konurdu, parlak paket rafyaları da aynı çekmeceye yerleştirilirdi. Naylon torbalar henüz kullanımda yoktu.
Evin bahçeye bakan iki köşesinde, çatıdan inen yağmur suyu borusunun altında 200’er litrelik variller dururdu, bahçeye bahçıvan geldiğinde, güllerin, çiçeklerin ve diğer bitkilerin sulanabilmesi için önce varillerdeki suyu kullanırdı. Ben bu düzeni Almanya’da ziyaret ettiğim bir evde de görmüştüm.
Okunmuş gazeteler belli miktara ulaşınca, mahalleye belli günlerde gelen eskicilere verilir ama eskici karşılığına para vermez, mandal verir, yani değiş-tokuş ticareti yapılırdı.
Evde meşhur Zetina marka dikiş makinası vardı, BURDA özel dikiş mecmuaları alınır, içlerinden çıkan kağıtta çizili karmaşık çizgilerle yer alan desenler uygulanarak giysiler dikilir, özel davetlerde giyilirdi. O dönemde örgü örmeyen kadın düşünülmezdi, her kadın gibi hanımefendi de bir şeyler örebiliyordu, komşularla bir araya geldiklerinde yanlarında çoğunlukla örgü şişlerini ve yünlerini getirir, sohbet ederken örmeye de devam ederlerdi.
Evden giysiler atılmaz, eskiyen gömleklerin yakaları ters yüz edilir, giyilmeye devam edilirdi, benim annem de benim ve babamın gömlek yakalarını böyle yenilerdi. Hanımefendinin giysileri eskidiğinde kesilip çocuk giysisi dikilir veya kare kare kesilip, dikilip, yatak örtüsü ya da yastık yapılırdı. ‘’Moda değişti, her şeyi yenileyelim’’ diye bir düşünce yoktu.
Evlerinde gereksiz hiçbir lamba yakılmaz, çocuklar devamlı uyarılırdı. 60’lı yılların bu kullanım biçimi, fakirlikten değil, tutumlu olmaktan, tasarruflu kullanmaktan gelirdi.
Daha önce de köşemde dillendirdiğim bir anımı, bu yazdıklarımı güçlendireceği için tekrarlıyorum. Bir ABD seyahatimde bir iş adamıyla yemekteydik, önümüze iri bir biftek gelmişti, ben bitirdim ama dostum yarısını yiyebilmişti, garsonu çağırıp ‘’köpek paketi’’ yap dedi, sonra bana dönüp bu nefis bifteği köpeğe yedirir miyim, evde ben kendim yiyeceğim, demişti. Gelir düzeyleri bizim çok üstümüzde olan ABD ve AB ülkelerinde evlerden atılan çöp torbalarının içinde ekmek, yemek atığı ve geri dönüştürülebilecek hiçbir malzeme göremezsiniz.
Bu örnekler bize, günlük yaşamımızda, gelir düzeyimiz düşük te olsa, yüksek te olsa, kendi davranışlarımızı mukayese ettiğimizde, yaşam tarzımız içinde yaptığımız İSRAF YANLIŞLIKLARIMIZI önümüze seriyor. Bu konuda kendimizi çöp sepetimizin içeriği ile imtihan edebiliriz, ekmek parçaları, yemek artığı, geri dönüşebilecek malzemelerin varlığı, evlerimizde gereksiz aydınlatma, açık bıraktığımız musluklar vb. TASARRUF NOTUMUZU düşürür.