Cumhuriyetimizin kuruluşunda çok küçük bir kesim okur yazardı. Arap alfabesi kullanılıyordu. Gramer olarak Türkçe’mize çok uygun değildi. Atatürk; uzmanlarla birlikte uzun süre konu üzerinde çalıştı. Nihayet 1928 yılında alfabe değişti ve kendisi başöğretmenlik yaptı. Bu değişim nedense bugün hala çok dar bir kesim tarafından eleştiriliyor. Ama genelde büyük kabul gördüğü konusunda ortak kanaat var. İşin girizgahı böyle.
Şimdi ayrıntılara bakalım. Biz millet olarak; okumak ve yazmaktan çok, konuşmaya daha yatkınız. Önce bunu aşmalıyız. Nasıl olacak bu? Daha ilkokul sıralarında yazmanın, okumanın tadını çocuklarımıza vererek. Bol bol kompozisyon yazdırmalı, anlatım zenginliğini geliştirmeliyiz. Bu konuda Üniversitede (YTÜ) hocamız rahmetli şair/öğretmen Behçet Necatigil'in bana katkısını unutmuyorum. Kitap okuma, onun özetini çıkarıp güzel bir şekilde yazıya geçirmeye bizi çok özendirirdi.
Boş zamanlarınızda ne yapıyorsunuz sorusuna; kitap okuyorum sözüne hep takılmışımdır. Boş zamanlarda kitap okumak doğru değil. Kitap okumak için insan; mutlaka kısa da olsa bir zaman ayırmalı ve tadına vararak eseri okumalıdır. Kimse zamanım yok demesin. Her okur yazar insan, her gün en az yarım ila bir saat zaman ayırmalı.
Hele hafta sonları süre daha da uzun olabilir.
Emekli olunca okurum diyenler olabilir. Bu uygun bir çözüm değil. Günümüz kanunlarına göre emeklilik yaşı çok ilerledi. O zaman okuduğundan zevk almak, ders almak için geç kalınmış olur. Artık okuduğunu paylaşacaklarınla kuşak farkı olur. Demir tavında dövülmelidir. Televizyondan, sosyal medyadan biraz zaman ayırmalı ve mutlaka okumalı, mutlaka yazmalıyız. Eskiden mektup yazarak haberleşirdik. Şimdi mektuplaşma çok azaldı. Onun yerine küçük bir not defterine kısa ve özlü cümlelerle düşündüklerimizi, günün önemli olaylarını yazabiliriz. İleriki yıllarda bu notlardan kendimiz de yararlanabiliriz; çocuklarımız, torunlarımız da.
Gelelim konunun eğitim bölümüne:
Nedense ülkemizde ilköğretimden sonra, teknik eğitime yönlenmek pek çekici değildir. ilkokuldan sonra meslek lisesi ortaokuluna başlarken, ben başka türlü düşünmüştüm. İlkokul son sınıfta öğretmenimiz, okulu bitirdikten sonra ileride ne olmak istiyorsunuz diye bir kompozisyon yazın demişti. Ben, makine mühendisi olmak istediğimi ve gerekçelerimi yazmıştım. Bu nedenle o zamanki adı Erkek Sanat Enstitüsü (ESE) Ortaokulu sınavına girdim. sonuçta makina mühendisi oldum. Bu yıl 50. Mezuniyet yılımı da tamamladım.
Burada teknik eğitim konusunu biraz açmak istiyorum. Öncelikle:
1- Meslek Liseleri üzerine daha fazla eğilinmelidir.
2- Çok yetkin teknik öğretmenler yetiştirilmeli. Öğretmenlerin gelişen teknolojiyi izlemeleri özel kurslarla sağlanmalıdır.
3- Meslek Lisesi mezunlarının üniversite ve meslek yüksekokullarındaki kendi branşlarına gitmelerini özendirecek puanlamalar yapılmalıdır.
4- Üniversiteye gitmeyecek olanlar için özel geliştirici kurslar düzenlenerek; sanayiciye, daha hazır eleman yetiştirilmelidir.
5- Bu personelin iş yerinde daha iyi ücretle istihdamı temin edilmelidir.
Bu yazdıklarım daha da arttırılabilir. Hedefimiz; kalkınan Türkiye için yapı taşlarını iyi hazırlamak olmalıdır. Buna ilişkin gelişmelerin, az da olsa günümüzde uygulamalarını görmekteyiz.
Sonuç olarak şunu belirtmek isterim. Koç Grubu’nun sloganı hep gündemimizde olmalıdır: “Meslek Lisesi, Memleket Meselesi.”
Mutlu, başarılı, huzurlu bir yeni yıl diliyorum.