Yıllar öncesine adet iki adet anım aklıma geldi. Nereden nereye geldik diye bunları paylaşmamın iyi olacağı kanaati ile yazıma başladım.
1990’lı yıllarda idi. Danışmanlığını yaptığım firmalardan birinin yönetim kurulu başkanı 30 ‘u yaşlarda ateş gibi birden fazla da lisan bilen bir insandı. Babasının vefatından sonra şirketin başına geçmiş ve şirketi başarıdan başarıya koşturuyordu. O zamanlar için hayal olan milyonlarca dolarlık ihracat rakamlarına ulaşmıştı. Dünyadaki her yeniliği takip ediyor, modanın değişimine göre makine ve ekipman yatırımları yapıyor, ürün gamını da dünyanın isteklerine göre geliştiriyordu. Gerek fiyat ve gerekse kalite olarak onunla dünyadaki rakipleri başa çıkamıyordu.
Türk tekstili o zamanlar Avrupalılar için çok ama çok büyük bir tehlike sayılıyor ve engellenebilmesi için de her şey yapılıyordu.
Buradan hemen ikinci anıma geçeyim ve sonra tekrar Premiere Vision’a döneyim.
Şimdi vefat etmiş olan yine büyük bir tekstilci abimiz, aynı şekilde bütün dünyaya ürünlerini ihraç edebiliyordu. Bir zamanlar bulunduğum firmada da biz onun ihracatlarını yapmıştık. Hatta, bana “ne uğraşıyorsun kardeşim, ver fatura cildini biz her şeyi tamamlayalım, diyecek kadar da iyi niyetli idi. Tabii ben bazı tehlikeleri anlatıp işlerin yine eskisi gibi yürüyeceğini söyleyince bana çok ama çok kızmıştı. Ama aradan yıllar geçtikten sonra, Cevdet senin ne kadar haklı olduğunu yıllar bana gösterdi” demişti.
Bu arkadaşımız, abimizin ortaklarından biri de İtalyan idi. O tarihlerde İtalya’da toplantılar yapılıyor, “aman Türkler geliyor, dikkat edin, tekstildeki liderliğimizi elimizden alacaklar” şeklinde konuşmalar yapılıyor.
Arkadaşımız, bir gün İtalya’da iken ortağı, yapılacak olan Türkiye aleyhindeki toplantıya onu da götürüyor. Konuşmalar, konuşmalar, konuşmalar. Toplantıda Türkiye’den şikayetler, Türkiye’yi nasıl durdururuz tedbirleri ileri sürülürken, İtalyanlardan biri, arkadaşımızı tanıyor ve hemen bağırıyor, “Türkler burada, Türkler burada!” Toplantı derhal dağılıyor. İtalya’dan geldikten sonra arkadaşımız bunu bana anlatıyorken çok ama çok gülmüştük.
Gelelim Premiere Vision’la ilgili anıma.
Bu anım dediğim gibi sahibi; genç, ateş gibi bir girişimci olan ve danışmanlığımı yaptığım firma ile ilgili idi. O tarihte, Paris’te Premiere Vision Fuarı yine yapılıyor ama Fransızlar Türk firmalarını bu fuara sokmuyorlardı. Genç girişimci müşterim, “Ben bu fuarın karşısında bir yer tutacağım ve alternatif fuar yapacağım” dedi. Ben dahil birçok arkadaşı ve danışmanına bu fikrini açtı. Herkes, “Aman yapma ne yapıyorsun, böyle bir iş yaparsan Fransızlar daha yıllarca bizleri bu fuara almazlar” diyorlardı. Buna rağmen, danışmanı olduğum firma sahibi genç, bildiğim kadarı ile tam Premiere Vision Fuarı’nın karşısında bir yer kiralamış ve alternatif fuar yapmıştı. Yaptı da ne oldu biliyor musunuz? Hatırladığım kadarı ile kendisi Fransa’da tevkif edildi, mahkeme uzun bir süre devam etti ve sonunda serbest bırakıldı. Türkiye’ye geldi. Şimdi, Türk firmaları özel davetle dünyadaki her türlü tekstil fuarlarına alınıyor, önderlik ediyorlar, ama bugünlere gelmek o kadar kolay olmadı. İşte böyle genç, ateşli, dünyayı takip eden ve dünyaya kafa tutabilen gençlerle oldu bu işler. Sanayiimizin, ihracatımızın böyle atılımcı gençleri ile bugünlere geldik. Yeni gençlerden de daha da ileriyi bekliyoruz.
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?