Küresel ekonomide 2000 yılında yaşanan borsa çılgınlığı Türkiye’de de kendisini göstermiş, kullanılan kredilerle tüketim ve riskli yatırım araçlarına doğru kontrolsüz eğilim kendisini göstermiştir. Sonrasında tüketim ve riskli yatırım kredilerinin geri dönmemesi finans siteminde problemlere neden olmuştur.
Türkiye Dünya Bankası ve IMF’den sağladığı kaynaklarla bankalara para koymuş ve yapısal sorunlarını çözme yoluna gitmiştir.
Bu süreçte batı piyasalarında devasa yatırım bankalarının iflas ettiğine şahit olunmuştur. Finans kurumları sağlıklı hale getirilmesiyle yeni spekülasyonun önü açılmıştır. Bu noktada varlık değerlerinin aşırı düşmüş olması da ortamı hazırlamıştı. Oluşan şartlarla yeni refah döngüsüne ulaştıracak sistem yeniden kurulmuş oldu.
2008’de ABD ve sonrasında Avrupa’da bankaların sermayelerini tüketmelerine şahit olduk. Tüketim ve yatırım amaçlı verilen borçların dönmemesi nedeniyle yaklaşık 14 yıldır küresel düzeyde para basımını yaşıyoruz. Geçen sürede batı da finans kurumları sermayelendirildi, sistem her yerden dolar ve euro fışkıracak kadar paraya boğuldu.
Bugüne geldiğimizde Eylül 2021’de başlayan ve kimsenin neye yaradığını anlamadığı bazı ekonomik kararların neticesinde bankalarımızın sermayelendirildiğine şahit oluyoruz. Yıllarca kurum ve bireylere verilen kredilerin karşılığında sistemin ihtiyacı olan para yerine konuyor. Bu parayı sonuçta vatandaş, ağırlıklı olarak tasarruf eden insanımız karşılamaktadır.
Yeni döngünün başlaması için ilk şart olan bankaların sermayelendirilmesi gerçekleşmiş durumdadır. Bu noktadan sonra yapısal kararların alınması beklenir.
Doğal döngüde varlık etkisi bu safhada başlayabilmektedir.
Yapısal sorunların çözülmesi için adımlar ne zaman ne şekilde atılacak göreceğiz?
Sosyal ve ekonomik değerlendirmelerin doğal döngünün o an için bulunduğumuz yerine bağlı yapıldığını hiç unutmamalıyız.